Kısa

  • 0
Şu birkaç gündür animasyon filmler türünden yapıyorum film seçimlerimi. Bu sene çıkan up ve 2007 yapımı ratatouille'i izledim en son. ratatouille o kadar ilgimi çekmese de, up'ı gayet de sevdim. özellikle bobi sahnelerini, -bana o köpek bobi değildir dedirtemezsiniz- çok beğendim. böyle yuvarlanırken kendimi bir kısmını daha önce de izlediğim, kısa filmler denizinde yürürken buldum. just like jesus. zaten çoğu kişinin izlediğini tahmin ettiğim temel reis, mickey mouse vs. izlediklerimi eklemedim buraya ki kalabalık görünmesin ortalık. bu listenin herhangi bir derin birikime dayanmadığını da not olarak düşeyim.


Presto (2008)
Imdb puanı : 8.6/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : sihirbaz var. tavşan var. havuç var. üçünü kullanarak çeşitli komiklikler. pixar style.


Vinni-Pukh (1969)
Imdb puanı : 8.5/10
Benim puanım : 9/10
Ne diyor : winnie-the-pooh izlemişinizdir atv'de çıkardı yanlış hatırlamıyor isem. bu winnie-the-pooh aslen taa 1920'lerdengelir imiş ben demiyorum, wikipedia diyor. işte vinni-pukh da bu hikayenin rus uyarlaması. çizimleri monami pastel boya takımı ile gerçekleştirilmiş sanıyorum.


Validation (2007)
Imdb puanı : 8.5/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : bi adam var hep somurtuyo bu tamam mı, sonra bişeyler oluyo. bu ilham verici bi pozisyona geliyo, nası oluyo ben de tam kavrıyamadım. bi nevi peri masalı hikayesi. sevenler kavuşuyo merak etmeyin.


Kiwi! (2006)
Imdb puanı : 8.5/10
Benim puanım : 9/10
Ne diyor : birinin master teziymiş heralde bu. vay anasını sayın seyirciler diyorum o zaman. kendime eşik olarak alıyorum bu animasyonu :) hikayesine gelelim, obsesif kompülsif bi kiwi hayvanı var, bunun kısa süren macerası. bu arada kiwi ile tasmania canavarı'nın macerası da pek güzeldi yahu. bi ara samanyolu tivide çıkıyodu tasmania canavarı, hala çıkıyo mu acep?


Tsumiki no ie (2008)
Imdb puanı : 8.4/10
Benim puanım : 9/10
Ne diyor : the house in little cubes anlamına geliyormuş animatik filmin başlığı. nedendir bilinmez kafamdan bir ses kendince başrolün yaşlı amcasına vincent van gogh görevi yükledi. hadi van gogh kümizmin temsilcilerinden biri olsa kübik atmosferden gireceğim, buraya küçük çaplı bir destan yazacağım ama o da yok. neyse kısa kesiyorum madem filmler de kısa.

Signs (2008)
Imdb puanı : 8.4/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : shyamalan kişisinin, mel gibsonlı filmi ile karıştırılmasın. bu başka. ben bunu şivepsin kısa filmler felan diye bi atraksiyonu vardı, orda izlediydim ilk. fena olmayan bi hikaye, sevgiliyle izleyin sarılın birbirinize romantik anlar yaşarsınız hiç olmadı. esas kız da pek güzel bu arada, söyleyin ona, on puan.


For the Birds (2000)
Imdb puanı : 8.2/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : pixar style bi animatik daha. kıkır güldürecek, içinizi ısıtacak sevimli bir hikaye temalı. üç dakka bişi, hemi de oskar felan kazanmış yahu, izleyin.


Skhizein (2008)
Imdb puanı : 8.4/10
Benim puanım : 10/10
Ne diyor : pek bi beğendim bunu. hiçbişeydemiycemondandolayı.

Cevap hakkı

  • 0
Sondan başlayalım.

kovboy müzikleri pink floyd
aramasıyla uzak diyarlardan gelen insan. unknown location insanı, ne diye gizemli triplere giriyorsun söyle bakalım. unknown location imiş, peh, ilgi çekmeye mi çalışıyorsun sen, dökül bakalım. ya da pink floyd'un kovboy müziği var mıdır ki lan diye iç sesini gugıla vururken nerden geldiğin nere gittiğin belli olmasın mı istiyorsun. tamam bu anlaşılabilir bir durum. senin mokasenlerinle bir süre dolaştıktan sonra anlayışla karşılıyorum seni. mokasen ayakkabı demekti di mi, ben ona göre kullandım yani. yanlış anlaşılmaya meyil yok! dur yolcu!

rachel bilson popomundo aramasıyla yarışmamıza taaa polonyolardan katılan genç insan, krakow nasıl soğuk mu, üşüyor musun? eğer ki amacın buysa, rachel bilson'ın popomundoda oynadığı karakteri öğrenip de ne yapacaksın merak ediyorum, ona serenat mı yapacaksın, yemeğe mi davet edeceksin yoksa ayak üstü iş mi pişireceksin.. bunlarla kazanamazsın rachel'i haberin ola. bak çok güzel grubum var thevenin isminde sana onu satayım üç beş kuruş girsin benim de cebime, ne dersin? tamam, çık dışarı diyecem, onu da diyemiyorum hava soğuktur donar kalırsın netekim. neyse tamam çıkma ama daha yararlı şeyler ara internetlerde, mesela plüton neden gezegenlikten çıkarıldı, plütonu gezegenlikten çıkaran meclis kimdir nedir, bu olayların arkasında hangi israil komplosu vardır felan. bunlarla ilgilen biraz da, bir de çok merak ediyorum sizde de dış mihrak var mı? hemen google translate ile çevirip bir kez daha soruyorum. Czy też nie wybuch? vay anasını 2009'un sorusu bu olsun he mi. bi de yakalamışken seni, orda hala icq kullanılıyo mu? bi de asl?

avusturya wien'den rockn coke poster font beklentisiyle düşen arch angel. sana mutlu haberi vermek isterdim emmeee olmadı, olamadı. bulamadım aradığın yazı tipini. yine de üzülme sen he mi, hem rockn coke fontu pek de güzel değil sen
helveticadan şaşma bence. bi de rockn coke'a bu sene kimler katılcak biliyon mu hiç. ben bilmiyom hiç. ama sonisphere festivali varmış gitmiş geri gelmiş felan bu sene türkiye'de de olcak hatta iron maiden, slayer gelcekmiş diyorlar ordakiler burdakiler. haydin keep rollin.

en sona seni bıraktım kırıkkaleli. sen bu bloga gugıl aramalarıyla gelen, gördüğüm en şahane insansın. tam da istediğin yere geldin umuyorum ki aradığını buldun. beni cepten felan istediğin zaman arayabilirsin. nasıl buralara geldiğini söylemeyerek de gizemli bir ortam yaratıyorum ki daha çok ilgi çekeyim. evet yukarıdaki elemandan öğrendim. az önce iki kere çaldırdı bu, aradım. abi valla öle diyon ama bu gizemli tripler sonrası tadından yenmez çevre edindim kendime sen de denemelisin bence, öptüm bay. dedi kapadı.

bu arada dip not niyetine şunu belirteyim ki; son günlerde müzik kategorisindeki yazı sayısının otuzbirde sabit durmasından mütevellit sanıyorum, 31 aramasıyla bloga giren ergen ruhlu sayısında önlenemez bir yükseliş var. burdan onlara da bir çift sözüm olsun. dağılın lan.

si yu leytır eligeytır.

Fisyon mutfağı

  • 0

şimdik mutfak felan dedim ya, ordan devam edeyim yine. yahu bu vedat milnor ne iştahlı yemek yiyen bir insan evladıdır. otuz saniyeden daha fazla izliyemiyorum ntvdeki programını netekim karnım guruldamaya başlıyor.
yaptığım araştırmalara göre çorba, pudink gibi karıştırmayla hazırlanan yemeklerde gaza getirici müzik dinlemenin kaynama süresi üzerinde olumlu etkileri var. sözüm size isviçreli bilim adamları bundan haberiniz var mıydı bakiyim? öte yandan misal the clansman benzeri bir şarkıda elinizde tahta kaşık breyvhartın mel gibsonı gibi friiidıııım diye bağırır vaziyette bulabilirsiniz kendinizi, bu da doğal olarak, sağda soldaki yemek izlerinde yüzde yirmiye varan artışa neden oluyor. araştırmamı beş şarkı ile örneklendirdim ve kullandığım çorba/pudink çeşitlerini de karşısına yazdım. hayırlara vesile olsun. bu arada ben de nba stüdyo izleyim. toronto, hidayet, gerardini felan diyolar hep kaçırdım. neyse reklama girdiler. oha mona lisa'nın soyadı gerardini'ymiş, tesadüfe bak elimi attığım kelimeden tarih akıyor resmen. vay anasını.

1. iron maiden - the clansman/kınor analı kızlı çorbası
yukarıda bahsettiğim şekilde elimde tahta kaşık üsküdar'a gider iken buldum kendimi. kaynama hızı yüzde yirmi üç arttı.

2. metallica - master of puppets/aşure
ay lav aşure veri maç. gelecek hafta da pişicek aşureler oh oh. komşular bolca getirseler bari. anne aşuresinin yerini tutmaz gerçi.

3. sex pistols - god save the queen/annemin tarhana çorbası
geleneksel tarhana çorbasını, sex pistols eşliğinde pişirmek çorbanın tadında acımsı bir değişime neden oldu. bu da tad olarak gurmemizin görüşünü olumlu etkiler diye düşünüyorum. benim puanım dokuz sana kankam.

4. haggard - the origin/ötker muzlu-bitter çikolatalı füzyon pudink
kendimi zaten böyle dünya harikası bir pudink yapacağım için ekstra motive etmiş iken bir de bu müzik. oy oy oy. kendimi dünyayı 2012'nin gazabından kurtaracak adam olarak görmeme sebebiyet verdi. uygun adım gidiyordum elimde blendır sapı.

5. tord gustavsen trio - at home/annemin gendime çorbası
karıştırırken uykumu getirdi, dalmamla çorbanın dibini tutması birbirini taki etti. dolayısıyla pek bir olumlu etkiden bahsetmek söz konusu değil. üstüne bir de azar işit :(

Füzyon mutfağı

  • 2


Selaaam, ya ne diycem. bazen acıkıyorum biliyon mu canım içli köfte felan çekiyo, efenime söyliyim iç pilavı, kıymalı fırında makarna felan çekiyo. yok fırın kıymalı değil anlatım bozukluğu oldu kıymalı makarna fırında. neyse. karnım doymuyo bari gözüm doysun diyerekten bu yemek biloglarında dolaşıyorum kendi başıma. i am a lonely kovboy. bazı terimleri varmış bu yemek işinin de onlar gözüme çarpıyo. misal füzyon mutfağı diyo kimisi. neymiş bu kimyasal tepkime felan mı aceba? ya da bu göz kararı olayını ben niye hiç beceremiyorum? bu sorulara cevap bekliyorum. demişken benim de yemek kültürüne çam sakızı çoban armağanı misali bi katkım olsun diyerekten. birazdan, taaa bu saatte kalkıp muzlu puding ile bitter çikolatalı pudingi birleştireceğim. bu cesur hamleye katkılarından dolayı süt ve ötkere teşekkürler. siz de şans dileyin bana. çaaaav. arive derçi.

bi de not: i hev a driiiim. mandalina. evet benim rüyam mandalina. mandalina kabuğu kızartması nası bişey olur ki?

bi daha not: bu yaprak dökümü de iyice boka sardı afedersiniz. kitlendim kaldım da. şimdi ailenin babası ex kaymakam beyin elleri titriyodu, bi tırstı bu. ben de düşündüm acaba alzaymır mı olcak. hani geleceğe dönüş-maykıl ji fox da olmuştu bu hastalıktan. aman yareppim. eğer senaristlerden biri burayı okursa beni bulsun. açık adres. çok merak ediyorum. aha şimdi de siyah saçlı kız biriyle mesajlaşıyo, daha kocası da yeni ölmüştü halbuki. aha şimdi de boğazda kavaltı diyolar, acaba neresi. aha güzel bi yerde güzel bi kahvaltı. oooo proje diyo şimdi de. anaa kız reddettii laaan. çok çalışıyomuş. kabristana gitcekmiş. çocuk da güzel manzaralı bi yer bulmuş. acaba açık büfe mi kavaltı etceklerdi. tüh reklam girdi. anaa cem yılmaz'ın yeni filminin fragmanı çıktı. komikli film. neyse kalkıyom ben. haydin bay. baltalimanı anlaşması ?

bu kez puding sonrası not: evet denedim oldu. elimde muz tadını da barındıran bitter çikolatalı dört kase var. bi tane daha vardı onu yedim az önce. tencerenin dibini ve tahta kaşıkta kalan kısımları da esnek bir dil vasıtası ile yedim. afiyet oldu anlıycaanız. fotorafı da değiştirdim. bu mucizete ev sahipliği yapan mutfak karşınızda. o muğlak masanın üstünde işte pudingler.

Kapış

Futbolcu kartlarımdan kendime, tfl'de oynamış en sevdiğim yabancı fitbolcular kadrosu yaptım.

ilk 11:

Hizmette sınır

  • 0
biloğuma antalya'dan, david beckham pink sea short aramasıyla gelen sevgili hanım kız/erkek. her kim isen öncelikle hoş geldin, sefalar getirdin. her ne kadar açık denizde kendini kaybedip de buralara sürüklenmiş olsan da biloğumda yerin var. susadım bekıma gelmez olaydım, deyip de kaçma hemen, hele bir soluklan. sen biraz soluklanırken ben de hemen senin isteğine uygun birşeyler bulmaya çabalayım.
*
inan bulabilmeyi çok istedim. bulamadım. seni buralardan eli boş göndermeye de gönlüm elverdmedi. şöyle bişeyler var belki ilgini çeker; 1,2,3,4,5,6.
*
ama sen yine de, aramaya inan.

Güveçte kuru fasülye

  • 2

biloga, düdüklüde kuru fasulye aramasıyla düşen bir vatandaş olmuş. bilinçli bir bilogger olaraktan kendisine en güzel kuru fasulyenin güveçte yapılacağını, bir de böyle denemesini tavsiye ederim. afiyetle.

Çörek otlu tuzlu kurabiye açılımı

  • 0


Humus açılımı postunda belirtilen durumun vehametini göstermesi açısından ve açın halinden tok ne anlar diyerekten ifşa ediyorum bu görseli.

*çünkü sevdiğim yiyeceği bulamıyorum. eğer bulsaydım, inanın bana, ben de siz ve diğerleri gibi tıka basa karnımı doyururdum.

franz kafka
- açlık sanatçısı

Dev hizmet

İlkokul kariyerinde hızla ilerlemekte olan gençlerimize, evlilik arefesinde olan daha büyükçe gençlerimize ve nice ergenlere sundance kid'den dev hizmet. aşk hayatınıza yön vereceğiniz şu günlerde bu külliyatı okumadan sakın hareket etmeyin.

fantastique..
- le monde

kafkaesque...
- the prague post

lenin görse gözleri dolardı...
- pravda

şıpsevdi sakızları türkler üreyemesin, nesli tükensin diye israil tarafından türkiyeye gizli yollardan sızdırılmış, gdo sakızıymış.

dınınınıııııııın. yazıları rahatça okumak için, opera kullanmanız veya monitöre yaklaşmanız tavsiye edilir.



şaka lan şaka amma da safsın. ama opera kullansan iyi edersin yine de. haydin tıkla.

Humus açılımı


yeni filmi geçtim, kediyi zaten sevmem de karnımı bir doyuran bile yok be sezen jewel nası gülümseyeyim. bu arada gülümse şarkısında iklim değişikliği konusuna değinmesiyle ileri görüşlülüğünü kanıtlamış şarkı yazarı her kim ise. bir kuple ile sözlerime son vereyim.
söylemeden geçmek istemedim
hayattan indim binmek istemedim
ücreti uzattım almak istemedin
amaaaaan hey.

Nyothing

  • 0

The fugs isimli bir grup yaşar imiş, evvel zaman içinde kalbur saman dışında. zaman kötü, underground gruplar hiç denecek kadarmış. ve bu zamanlın üstünden yıllar ve yıllar geçmiş. ortalık underground yuvası, insanlar balkabağından bozma hale gelmiş. derken bir gün amaçsız salınımlarına devam eden ben. sonsuz ihtimal hesapları sonucunda bu grubu, anlamsız internet dolaşımlarımın tam da binsekizyüzseksenikincisinde, bir wikipedia sayfasında nothing isimli şarkıları aracılığıyla duyar. hayatında herşeyler mi değişir, sarsıntı mı yaşar, ya da üst farkındalık boyutuna jonathan livingston'ın yanına mı taşınır. hayır bunların hiçbiri olmaz. hatta ertesi gün ise tüm bu bilgilerden aklında kalan sadece aşağıda yazılı olanlardır.
Karlos Marx: Nothing
Engels: Nothing

Bukunin and Krapotkin: Nyothing

Leon-a Trotsky: Lots of nothing

Stalin: Less than nothing.
azıcıklı son.

*Giù la testa



Spaghetti western türüne ait filmleri diğer western filmlerinden ayrı tutarak, daha da bi fazla seviyorum. bu türe ait çok çok film izlememiş olsam da, ki barındırdığı çok fazla film de yok, açığımı kapamaya çalışıyorum bu aralar. son olarak da sergio leone'nin üçlemesinin ortancası giu la testa'yı izledim. bikaç yerde film ile ilgili okuduğu yorumlarda -neden olduğuna akıl erdiremediğim biçimde- ortak görüş filmin, sergio leone'nin filmleri arasında üvey evlat muamelesi gördüğü. filmin müziklerini bu işlerin şahı ennio morricone bestelemiş ki müziklerini de çok beğendim filmin. mao'nun devrim tespitiyle açılan film, mikhail bakunin'in the patriotism'i de çamura atılmazdan evvel, Juan Miranda (Rod Steiger)'nin ağzından güzel bir devrim eleştirisi dinletir bizlere. filmin başındaki zengin kurtların yemek sahnesi -sekans demek ister deli gönül- de fantastique. fazla da deşmiyeyim filmi, kaş yapayım derken göz çıkarma ihtimali mevcut. bir de şu var, filmin çeşitli isimleri var, a fistful of dynamite, C'Era una Volta la Rivoluzione şeklinde. internetlerde felan ararken göz önünde bulundurun. bi de bi de zapata westerne bakınız. kendileri spaghetti westernin alt türü olurlar.

bahsi geçen jaun miranda güzellemesi;

I know what I am talking about when I am talking about the revolutions. The people who read the books go to the people who can't read the books, the poor people, and say, "We have to have a change." So, the poor people make the change, ah? And then, the people who read the books, they all sit around the big polished tables, and they talk and talk and talk and eat and eat and eat, eh? But what has happened to the poor people? They're dead! That's your revolution. Shhh... So, please, don't tell me about revolutions! And what happens afterwards? The same fucking thing starts all over again!



ve yetmedi diyenlere mao zedong'dan gelsin;

Revolution is not a dinner party, not an essay, nor a painting, nor a piece of embroidery; it cannot be advanced softly, gradually, carefully, considerately, respectfully, politely, plainly and modestly.

spaghetti western başlangıç için öneriler;

For a Few Dollars More
The Good, the Bad and the Ugly
Once Upon a Time in the West
A Fistful of Dollars
My Name is Nobody

*Duck, You Sucker

Diğer Hikaye

Yer/Zaman; beşiktaş'tan kadıköy istikametine hareket eden 12:15 vapuru. çok fazla sayıda olmayan yolcular, vapurun hareketini bekliyor her zamanki acele hallerde. ahmet de orda. pencereden dışarı, soluk havadaki istanbul manzarasına, bakıyor. biraz uzaklara bakan adam havalarında. ama 1-biraz kadar da yani büyük miktarda seviyor dışarı bakmayı. bir nevi pencere önü insanı o. bir nevi bizimkilerdeki cemil. aaa katil geldi. neyse. birazdan gelecek mesaj onu bu havadan çıkarıp, küçük bir iç hesaplaşmaya sürükleyecek. şimdi ise, yeşil-mavi karışımı renkte -amayeşiledahayakın- plastik botlardan geçirmiş ayağına, şişkoca, yüzü yeşil ve turuncu tonlarda garip derecede makyajlı, cumhuriyet mitinglerinin muhtemel katılımcısı, yaşlı hanım, karşısına oturuyor. kokona. elinde -muhtemelen vapura binerken aldığı- taze sıkılmış nar suyu var. koca bağyan çantası-nı kenara koyuyor. ağzındaki sakızı bir iki kez daha çiğnedikten sonra koltuğunun altına savuruyor. nar suyundan bir yudum alıyor. öksürüyor, öksürüyor, öksürüyor.. çok öksürüyor. bıraksan orda yüzyıllarca öksürür o derece. aralarda ağzına nar suyundan boca ediyor. yandan çaycı geçiyor bu esnalarda. çay ne kadar? bir lira. ver bakalım bi tane. açık olsun ama haa! şeker ister misiniz? şeker kullanmam ki ben. açık koydun demi. hay seni gidi çaycı, şeker kullanmaz ki o. al bakalım. muhtemelen çayın soğuması için, az önce bitirdiği taze sıkılmış nar suyunun kabına boşaltıyor çayı. . kendi kendine söylenmeler. aaa tüh bak akıl edemedik de plastiğe boşalttık iyi mi. ay ay ay. ahmet yüz vermiyor kadına, dışarıyı izlemeye devam ediyor. derken.
*..............laaaan şeklinde bir mesaj gelmiş. kimden? şimdilerde yegane dostu olandan, kimden olucak. eskilerde spam adam diye alay ettiği, yüce gönüllü arkadaşından. zamanında, ninja kamlumbağalardaki rafael pozisyonunda bırakırken şimdi beraber dolaşacak ondan başka kimseyi bulamaması üzücü onun açısından. yine giyerken rafael pembe kazağını, gideceksin o kuul tavırlarınla yanına. adeta leonardo gibi. ama. beraber bornova bornova filminin nadir gösterimlerinden birine mi gidecektiniz?
bu kez kadından. telefonu çıkarıyor çantasından, küçük bir yere düşürme tahlikesi ile. okumaya çalışıyor mesajı. oğlum bi bakıversene şuna ben gözlüklerimi unutmuşum. ahmet isteksiz, alıyor telefonu. kim aramıştan geliyo mesaj, biri aramış ulaşamamış felan. kim aramış, tuşleyiversene bi kimmiş yeşile bascan tuşleyiver ben şimdi okuyamam bakalım kimmiş bi ariyim. tamam arıyor, remziye yazıyo. ver bakalım telefonu, hı alo remziye beni aramışın heralde, ee ben karşıya geçiyorum annemin yanına, evet sonra görüşürüz tamam mı, hadi canım pazartesi ben seni ararım akşam üstü gelirsin bizim kızın ofisine hem bak güzel kıyafetler var, onlara bakarsın görüşürüz tamam mı, hadi öptüm. yüz vermiyorsun remziye'ye ama bir gün yalnız ikiniz kalacaksınız diye geçirdi içinden, yanlarından üç beş martı geçti az ilerde kız kulesi. kulaklıklarını taktı. agalloch - bloodbirds çalıyordu, ilerlerken.


mesaj: 2012 diye bi film çıkmış, fragmanını izledim şimdi süper bişi laaaan.

Kartuuun

numune:



hayat ne enteresan tom gauld felan. stumble'ın çayırlarında koyunlarımı dolaştırırken gördüm kulübesini. daldım içeri. kartuun çizimler sevmişimdir hep. bunları da çok sevdim. hatta birine dedim ki header olsana biloğa. istemedi. bülbülü altın kafese koysan vatan,millet,sakarya diyor canım. derken. felan feşmekan. sen şöyle çizer insanın sayfasına buyur en iyisi.

Fill in the Blanks Tres

  • 0

Saat yediyi on geçiyor. İstanbul'un adalar manzaralı şirin semtinin tepelerde yer alan bir mahallesinde kimsenin bilemediği bir nedenden elektrikler kesilir. O sırada Ahmet içinde akşam yemeğinde de kahvaltı edenlere has o garip duyguyu barındırıyor. Çarpı yalnızlık. Evde modemin ve o sırada su ısıtma görevini azimle devam ettiren su ısıtıcınınki de dahil ışıklar yirmi beş dakikalığına sönük kalacak. Ahmet'in sonsuz döngüye giren yalnızlığı pi sayısı ile çarpıldı. Sandalyesinden doğrulup kafasını pencereye taraf uzattı, herkesin aynı durumda olduğundan emin olmak için. Sorun yok. Yerinden dikkatlice kalktı, cep telefonuna uzandı. Bir mesaj geldi, okudu. Nihai hedefi vitrine ulaşmak için telefonunun rehberliğinde sağa çark edip uygun adım ilerledi. Kara gün dostu bir mum bulabilmek için çekmeceleri karıştırmaya başladı. Alttan ikinci çekmecede baş parmağı uzunluğunda bir tane buldu. Hayretti. Çay tabaklarından birine yapıştırdı, bir kaç damlasını akıtarak. Ev bir anda soğumuştu, yorganın altına girmek amacıyla odasına yöneldi bu kez. Koşar adım. SAY!
bir ben miyim perişan
gecenin karanlığında
yosun tuttu gözlerim
yalnızlar rıhtımında
Sayarken bir yandan da ayağının serçe parmağını kapıya vurmakla meşguldü. -aynı deneyimi yaşayanların da iyi bileceği gibi- Çok acıdığını özellikle belirtmek isterim. Acısı hafifleyince mumu bez dolabının üstüne koyup, kendini yatağa attı. bir kez muma üfürdü. mum titreşti. ama sönmedi. iki muma üfürdü. mum çok titreşti. sönmedi. Bu doğumgünü de son dönemecine böylece girdi. Bir dakika otuz saniye sonra yerinden kalkıp mumu söndürecek, beş dakika sonra uykuya dalacak, yedi saat sonra uyanıp, yedi saat on beş dakika sonra kapıyı iki kere kilitleyip dışarı çıkacaktı.

The Grapes of Wrath


*Rich fellas come up an' they die, an' their kids ain't no good an' they die out. But we keep a'comin'. We're the people that live. They can't wipe us out; they can't lick us. We'll go on forever, Pa, 'cause we're the people.

Ma Joad

The Grapes of Wrath
John Steinbeck

Otostopçunun Galaksi Rehberi

  • 0


*Kestirme yollar, bazı insanların A noktasından B noktasına çok hızlı bir şekilde gitmesini, bu sırada başka insanların da B noktasından A noktasına çok hızlı bir şekilde varmasını sağlayan buluşlardır. Tam ortada bir nokta olan C noktasında yaşayan insanlarsa sık sık şunu merak ederdi: A noktasında ne var ki bunca insan B noktasından oraya gitmek için can atıyor ve B noktasında ne var ki bunca insan A noktasından oraya gitmek için can atıyor? Çoğu kez insanların hangi lanet olası yerde olmak istediklerine kesin bir karar verip bu duruma bir son vermelerini dilerlerdi.

Douglas Adams
Otostopçunun Galaksi Rehberi

Fill in the Blanks TU

  • 0
previyısli on..

tuvalete giden yol uzun. koridor, sağda mutfak, solda kapı. tuvalet karşıda. işedi. işerken aklında prostat kelimesi. bir fısım tuvalet kokusu. doğru televizyon karşısı koltuğuna. ayak ayak üstüne attı, çoraplarının tiftiklerini yolmaya başladı. halı siyah noktalardan geçilmiyor zaten. temizlik yapmak gerek. mutfaktan gırgırı getirdi. gırgır kullanma teknikleri 101 dersinden kaçmasaydı keşke. bir türlü beceremiyordu halıdaki pislikleri verimli biçimde toplamayı. boşa çaba. gırgırın topladıklarını mutfak balkonundaki poşetin içine boşalttı. fırınüstü ocağına bakarken, akşama ne pişirsem diye düşündü dönüş yolunda. aklına bişey gelmedi. eldekiler dahilinde yapılabilecek pek bir seçenek de yoktu ya hani. annesinin gönderdiği tarhanadan bir tutam ile, geçen hafta aldığı makarnadan arta kalanlar vardı evde bir tek. buzdolabından bi tane amasya elması aldı, bi tane de mandalina. iyi bakmak gerekir bünyeye. hasta olmak hiç işine yaramazdı şu aralar. kabuğunu soymadı elmanın, sade dörde bölüp çekirdeklerini çıkardı. malum eldeki vitaminleri kaçırmamak gerek. elma kabuğu vitamini nedir aceba? içine bir sıkıntı bulutu doldu, ikinci elma dilimini ağzına atarken. televizyonda 1-2-3 pişir. devamlı iç ses şeklinde geçen hayatın verdiği kaçınılmaz sıkıntı hissiydi bu. evdeki boşluk o kadar büyüktü ki, kendi başına doldurmaya gücü yetmiyordu. telefonuna baktı. bi ışık bekledi telefondan, ne bir ışık ne de bir ses. telefon rehberini baştan sona gezdi, mesaj yollayacak birini bulmak için. negatif. kenardan penguen'in eski sayılarından birini aldı eline. resimlerine bakıp yazıtlarını hatırlama oyunu oynadı kendiyle. sıkıldı. televizyonu kapattı. odayı derleyip toplayıp, düzeni sağladıktan sonra bişeylere başlamak gerekir dedi kendine. tepki geldi vücudundan otuz saniye geçtikten sonra. yatağı topladı. eline yarıda bırakılmış, yolda'yı aldı. jack kerouac. yatağın üstüne oturdu. derken. yassıçimen savaşı. 1230.

tu bi kontinyud..

Vladimir Vavilov

Az evvel playlistimden Giulio Caccini - ave Maria akıyordu ki, dedim sözlüğe hemen yetiştireyim benim en beğendiğim ave maria caccini'nin bestesi olanıdır diyerekten. ve dedim de. Derken ilginç bir bilgi kırıntısı edindim konu ile ilgili. Hemen paylaşayım.

Olaya Vladimir Vavilov'u almanın vaktidir şimdi.

Vavilov, 1925 yılında doğmuş. Gitarist, kopuzcu olarak takılan, kendi halinde besteler yapan Oblomov'un bir hemşehrisi imiş. Olayın enterasanlığı şu ki vavilov yaptığı besteleri, genelde Barok ve Rönesans döneminden olmak üzere, başka bestecilere atfediyormuş. Bu minvalde -minval kelimesini de ilk kez cümle içinde kulanıyorum, çok heycan verici yahu- yaptığı bestelerden ave maria'da da ihale Giulio Caccini üzerine kaldığı sanılıyormuş.

Post Rock Potpori



Nerdeysse bir yıldır son albümleri goodbye melody mountain i dinlememe rağmen bilognotuma not düşmek bu zamana nasipmiş the samuel jackson five'ı.

Norveç diyarının Oslo kazasından çıkan kendi halinde bir post-rock grubu kendileri beyler bayanlar. Post-rock dediysem; god is an astronaut, explosions in the sky, red sparowes felan. Sevdiğim bir müzik türünü güzel icra ediyorlar, kendi mecralarında gayet başarılı ritmler felan yakalamış arkadaşlar. İlk defa dinlememe vesile olan isimleri ise ilgi çekme konusunda bende işe yaramış görünüyor.

Bazı zamanlar bi yorum yapayım diyorum, o kadar dinliyoruz hani bu grupları. Acaba müziklerine kattıkları trompet vs. üflemelilerle jazz müziğe de göz mü kırpıyor bunlar şimdi, diye düşünüyorum. Sonra susuyorum. Dinlemeye devam ediyorum. Fazla uzatmıyorum, ki bünyede negatif etkiler -iki yiğit çıktı- meydane -birbirinden merdane- gelmesin.

Merdane demişken, merdaneli çamaşır makinamız vardı bi tane arçelik marka, napıyodur acaba şimdi.

Hazır post açmış iken müzik temalı, yndi halda isimli güzeller güzeli grubu da dahil edeyim. Kendileri ingiltere çıkışlı yine günün anlam önemine binaen post-rock yapan bir grup. Post-rock deyince neye benzediğine dair bi öngörünüz oldu herhal. Şimdilik tek bir albümleri var enjoy eternal bliss adında. Post-rock dedik iyi güzel ama şöyle de destekliyeyim bu gruplar içinde gerçekleştireceğim bir doğal seçilimde yndi halda yerini ön sıralarda alacaktır. Ona göre gerekli ehemmiyeti gösterelim kendilerine. Haydin selametle.

Açıklamaya müteakiben taksim-kadıköy.

Metamorphosis


Dün akşamleyin Philip Glass konserinde idim. Bu yağmurlu istanbul havasında sıcak evden çıkıp da yollara düşüş pek kolay olmadı, aktarmalar felan, amma velakin kapıda fazlabiletinizvarmı cıları görünce vay anam vay neler dönmüş serhat ya dedim kendime.

Mr. Gri, çalıştığım yerden başladı konsere, döne dolaşa dinlediğim, Solo Piano albümünden çaldı ilk parçalarını. Piyanonun tuşlarına ilk dokunmasıyla da, çıkan ilk ses partikülünün yüzüme o joker gülümsemesini yerleştirmesi mesafe/340 saniye kadar süre aldı. Konser sonrasına kadar da inmedi yerinden.

Epizod aralarında yaptığı ince espriler ile de güldürttü bünyeleri Mr. Gri. Misal Metamorphosis'leri çalmadan önce 1 ila 5 nerdeyse aynı, onlardan birini çalayım da çok uzun kaçmasın mealinde söylediklerine, yahu philip para verip geldik buralara dağları aştık sen çıkmışın, zaten hepsi birbirinin aynı lan bu şarkıların modundasın, bunun bir adı var minimalizm derler buna Philip.

Haydin sağlıcakla kal. Ennio amcayı da çağır gelsin emi.

Found Songs

  • 0


Çokça klasik müzik özü barındıran, içine biraz da indie tuzu serpilmiş güzel müzik yapan bir insan evladı olafur arnalds. Ben found songs isimli 2009 çıkışlı albümü ile başladım kendisini dinlemeye, siz de bi yerlerden başlayın derim.

Hazır başlamışken Olafur'un hemşehrisi, çello çalan bir hanım kız -Hildur Guðnadóttir- in bu sene çıkmış without sinking isimli kasetini de denemek istersiniz belki. referans isteyen kurumlar için bilgilendirme; kendisini piyasaya Sezen Aksu sunmamış olsa da, daha önceden çeşitli indie/post-rock gruplarıyla çalmışlığı var imiş.


  • 0
kaynayana kadar karıştır felsefesini benimseyerek 2012 londra olimpiyatlarına hazırlanıyorum, kısmetse disk(et) atacağım. kendi dalımda olmasa bile diğer dallarda dereceye girerim düşüncesindeyim.

Soğuk dışarıdan, yine soğuk eve giriş sonrası iç-ısıtma etkisi en yüksek çorba görevine tarhana çorbasını -bol acılı- tayin ediyorum.

yılın keşif meyvası dalında amasya elmasına ödülünü vermek için ... sahneye geliyor. alkış.

artık büyüdüm, pudingi kendim yapıp tencerenin dibini kendim yalıyorum.



bu aralar pek film izleyememiştim, dün akşam filmekimi programında duyup bir kenarlara not ettiğim moon isimli filmi izledim. gerty isimli kompüteri görünce filmde hemen elimden gelen sığlıkla hal9000 misali, bu robot bu adamın ağzını burnunu kırar dediydim ki yanıldım. dark side of the moon'un hasadını biçme düşüncesi de enteresanmış. yegane oyuncu sam rocwell başarılı. film de fena değil. hepimiz için bir de tanım cümlesi gelsin; Moon, district 9 benzeri hikayesini bilim kurgu seviyesinin bir level üstüne taşıma derdinde güzide filmi. film Yönetmeni duncan jones da david bowie'nin oğulcağızıymış.

nantucketlı arthur gordon pym'in öyküsü

  • 0


Bayramda beyefendinin Nantucketlı Arthur Gordon Pym ağzından yazdığı şah-ane- yazıtı okudum tez zamanda. Okumak isteyenler için ithaki yayınlarından yapılan çevirileri tavsiye edebilirim, gayet başarılı.

Ah! Eserlerinin ne kadar başarılı olduğundan, mükemmelliğe ne kadar yakın olduğundan dem vurmak istiyorum edgarcığım ama tek aklıma gelen million dollar baby. Susmam daha hayırlı olacak, ne dersin?

there is a light that never goes out



*oh please don't drop me home
because it's not my home, it's their
home, and i'm welcome no more
and if a double-decker bus
crashes into us
to die by your side
such a heavenly way to die
and if a ten ton truck
kills the both of us
to die by your side
the pleasure and the privilege is mine

foto karşıdaki apartmanın pozudur. sözler the smiths'den adı başlıkta geçen de şarkının ismi. son günlerde david bowie - starman ile pek bi dinlediğimdir. top 1-2 listemin zirvelerindedir.