Anarşi: Özgürlüğü Yaratmak

  • 0



İNSANLIK tarihinin son birkaç yüzyıla denk gelen bölümü, tanrıya karşı verilen savaşa ayrıldı. Aydınlanma ve ardından gelen yüzyılları tüm tahakküm kurumları ve fikriyatıyla tanrıyı, uzaklarda, gökyüzünde bir yerlerde, birilerinin geri kalanlar üzerinde otoritelerini tesis etmek için tutmasına karşı mücadeleye hasrettik.

Bu, salt tanrıyı yok etmek üzerine kurulu bir dönem değildi, hatta belki de daha çok, onu yeryüzüne indirme, insanı tanrılaştırma hedefi üzerinde yükseliyordu. Değişik felsefe akımlarından pek çoğunun, örneğin Bakunin’in ya da Nietzsche’nin tek amacı tanrıyı imha etmek değildi, onu ilhak etmek, ele geçirmek, biz zavallı insanoğlunu tanrı yapmaktı.

Taarruz eksik kaldı. Tanrıyı öldürdük belki, ama cehennemi söndüremedik. Ya da şöyle diyelim: Tanrıyı yeryüzüne indiremedik, ancak kapitalizm, cehennemi yeryüzüne indirdi.

David Graeber, “Yeni Anarşistler” adlı makalesinde, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında, anarşist hareketin Avrupa’da güçlenmesiyle, o dönem ülkeler arası serbest dolaşımın varlığı arasında bağlantı kurar. Avrupa’da dolaşmak için pasaporta ihtiyaç yoktur, hatta dendiğine göre, bunun düşüncesi bile aşağılayıcı gelmektedir Avrupalıya. Yanı sıra, yine aynı tarih diliminde, Avrupa devletleri arasında bir savaş ufukta görünmemektedir. Ancak ne zaman ki devasa ordular hareket etmeye başlar, tüm parçalarıyla, ideolojik ve siyasî yapısıyla savaş belirir, anarşist hareket yavaş yavaş gücünü yitirir hâle gelir. Graeber, anarşinin “imkânsız” olarak algılanmaya başlamasının bu döneme denk düştüğünü iddia eder, zira merkezî, kitlesel, düzenli orduları hareket ettirme yeteneği siyasetin ayrılmaz parçası olur. Bu, anarşizmin, parçası olamayacağı bir alandır.

Graeber, ardından, bugün Avrupa’da yaşanan sürecin, bir asır öncesine benzediğine dikkat çeker: Avrupa Birliği, Schengen Anlaşması ve Avrupa devletleri arasındaki bir savaşın ihtimal dahilinde olmaması. Bu, Graeber için, anarşizmin yeniden yükselen bir dalga olması için, yüzyıl önceki gibi, uygun bir zemindir.

Değerlendirmesinin tarihle ilgili bölümünde, belli bir bakış açısından, haklılık payı yüksek olsa da, dev orduların yürüyüşünün insanlıkta yarattığı tahribatı, yeryüzüne inen cehennemi görmenin ürettiği insanlık durumunu göz ardı eder Graeber. O dönemki yıkım, özyıkıma da dönüşür ve İkinci Paylaşım Savaşı öncesinde insanlığın son onurlu çığlıkları 1936 İberya Anarşist Devrimi’nde yükselir.

Bugünkü Avrupa da, küresel kapitalizmin kaymağını yemekle meşgul olduğu için, ahlâkî açıdan bakarsak, aslında aynı cehennemi görmektedir – sadece taktığı gözlüklerin camları pembedir! Bu nedenle Batılı, yüzyıl sonra yeniden pasaport kullanmayı unuttuğu gibi, yazık ki savaş öncesi tutkusunu da unutmuştur. Cehennemi görmek de budur zaten. Ya da haşlanan kurbağa sendromu diyelim. Özyıkım, kaderin bir cilvesi oluverir – bugün AB ülkeleri içinde yılda 58 bin intiharın meydana gelmesi gibi.

Antik Yunan tanrıları “insan” gibidir. Kızar, sevinir, çiftleşir, kin tutar, kendini kaybeder, ahbap olur, düşman kesilir... Antik Yunanlar, tanrıyı yeryüzüne indirmek yerine, insanı gökyüzüne çıkarmıştır. Bu, kuşkusuz ki, kendinden hoşnut olmanın, özsevgi ve özsaygının işaretidir. (Antik Yunan’ın hiyerarşik, köleci düzeni bu yazının tartışma konusu değil.)

İsa’nın tanrısı ise insan-olmayan her şeydir. Buda’nın kutsadığı da öyledir. Krallığında, insanî zaaf ve tutkulardan uzak, etliye sütlüye dokunmadan oturur. Böyle bir tanrıyla, bırakın ona tapmayı, muhatap olmak bile, kendinden tiksintinin belirtisidir, özyıkım yöntemidir.

Ancak rahibin pandora kutusu açıldığında, ortalığa tanrıtanımazlık ve bilim saçılır, zira yüzyılların itiraf, sorgulama, soruşturma birikimi, örgütlü Hıristiyanlığın, Kilise’nin iktidarını pekiştirdiği gibi, onun yıkımına da yol vermiştir. Özyıkım, yalnızca mümin Hıristiyan bireyin değil, İsevî iktidarın da kendine çizdiği yoldur.

Son kötücül gücüyle, ardında cehennemi, kapitalizmi bırakarak, eskisine nazaran mütevazı bir konuma çekilmiştir.

Cennet vaadi – gelecekte bir gün ebedî huzur ve mutluluğa erme – cehennemi yaşamayı katlanılır kılar, ama aynı zamanda cehennemi yaşatan da aynı vaaddir. Yani, ortada iç içe geçmiş iki oyun var.

Bugün çalışıp ileride rahata erme, özgürlüğü bir başka bahara bırakma ya da işkenceye, katliama, aşağılanmaya katlanıp “demokrasi”ye kavuşma vaadi... Cehennemin ateşi harlanır.

Oysa, “insan yazgısı mutlu anlara yöneliktir, mutlu zamanlara değil” der Nietzsche. Mutlu olmayı düşündüğümüzde, aklımıza anlar gelir, bunları ebedîleştirmek kendi kendimize yarattığımız bir yanılgı. Bu, bugün cehenneme katlanmamıza da neden olur.

Anavatanında refahlardan huzurlara koşan küresel kapitalizm, bilhassa Batı ve Kuzey-dışı coğrafyaya büyük acılarla dayatıyor kendisini. Askerî, ekonomik ve kültürel saldırıları, küresel toplumun küresel “artık”larını da üretiyor. Savaş ve sefalete boğulanlar, göç yollarında harap oluyor. Kapitalizm, insanlığın üzerinden bir silindir gibi geçiyor ve “her şey düzelecek” diye tekrarlıyor durmadan – sen de düzeleceksin, dümdüz olacaksın!

Bu durumu biraz olsun “düzeltmek” için küresel kapitalist sistemden medet ummanın, konformizm yatağına uzanmanın bir anlamı var mı?

Graeber’in dikkat çektiği zaman diliminde, pasaport kullanmaktan hiç de utanmayan devletlerin bulunduğu coğrafyalarda, anarşizm Avrupa’yla rahatlıkla kıyaslanabilecek bir güçle var etmiştir kendisini. Latin Amerika’da ya da Uzak Asya’da... Bunu konjonktürel tahlilleri es geçmek için değil, cehennemin ortasında insanlığın bazen cennet vaadlerinden alabildiğine kaçınma yeteneği gösterebildiğini vurgulamak için söylüyorum. Örneğin, bu sayıda 20. yüzyılın başındaki Brezilya’da anarşistlerin inançlı ve kararlı mücadelelerini okuyacaksınız ( Viva A Terra Livre ) . Ve hemen yanında da, Brezilyalı bir “siyah anarşist”in, Graeber’in kutladığı “beyaz anarşizm”le ilgili fikirlerini ( Siyah Anarşizmin Kaderi ) . Batı-dışının aynı zamanda beyaz-dışı olduğunu da unutmadan...

Kapitalizm cehenneminin en yakıcı olduğu coğrafyalarda, hemen yanı başımız gibi, zebanilere karşı mücadele etmek, anarşizmin kendisini en iyi ifade edebildiği alanlardan. Ve anarşinin mümkün olduğu...

Özgürlük, köleliğe katlanarak, nihayetinde erişilecek uzak bir gelecek algılayışıyla tanımlanamaz. Ve insanlığın özgürlük idealinin son yüzyıllardaki en net ve temiz ifadesi olan anarşizm de... Özgürlük ve anarşi, sürekli yaratılarak, biriktirilerek, ‘öz’ü hiç durmadan ‘gür’leştirerek var edilir.

Anarşizm, bu yüzden bir eylem felsefesidir, hayattır. Bilinmez bir zaman dilimindeki, adeta ilahî bir (büyük ‘Ö’ ile) Özgürlük değil, eyleyerek, mücadele ederek ve her adımda biraz daha özgür olarak kazanılan özgürlük anarşinin yuvasıdır. Bu yüzden anarşizmin tarihi yenilgiden çok başarıyla doludur. Her eylemle, her mücadele alanıyla daha çok özgürlük alanı ve imkânı yaratıldığı için. Mücadeleyle yaratılan özgürlük alanları, insanlık idealinin en değerli yapı taşlarıdır ve – hiç merak etmeyin – insanlığın ortak hafızasında hep birikir.

Kapitalizmin, batıda ve doğuda, kuzeyde ve güneyde giriştiği savaş, insanlığın özsaygısını yitirmesi ve özyıkımı kabullenmesi için yürütülen bir savaştır. Tahakküm aygıtlarının bin yıllardır sürdürdüğü bir saldırı bu.

Ve bu savaşa, yeryüzüne inmiş cehennem ile cennet vaadi eşlik eder. Cennet vaad edip cehennemi yaşatanlardan “konjonktürel medet ummak”, yenilmektir.

Bizim yarattığımız özgürlük mücadelesi, adım adım, biriktirilerek büyüyeceği için, en parlak varoluşunu yine biz istersek yaşar. Ve kapitalist cehennem alevlerinin en yüksek olduğu yerde, bu adımları sıklaştırmak, hem hayatîdir hem de ihtiyacı en çok hissedilen yolda yürümektir.

Anarşizm, doğuşundan beri, imkânsız bir gelecek tasavvuru değil, yaratılacak ve yaratılmakta olan bugün üzerine kurulu. Çünkü özgürlüğü hem bir insanlık ideali hem de insanlık gerçeği olarak kavramayı başardı. Ve imkânsızlıklar teorilerinin, iktidarın yarattığı bir tahribat olduğunu da tespit etti.

Özyıkım düzeninin karşısına özsaygıyla dikilmek; kendini bilmek ve kendini kendi özgürlüğün için reddedebilmek... Yani adımları sıklaştırmak.

Cehennemin ortasında yanmamak zor ama zebaniye yaranmak daha da zordur. “Anarşi mümkün mü?” sorusunun altında şu soru yatar: “Benim özgür olmam mümkün mü?” Ve ilk soruya yanıt, ikincisine “hayır” diyecek kadar alçalıp alçalmadığınıza bağlı. Tam bugün ve burada.

Ali Çağrı Mutlu

Kaynak:http://www.ozgurhayat.org/1.php?a=19

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder