don't blink. don't even blink. blink and you're dead. don't turn your back. don't look away. and don't blink.
Doctor who severlerin hemen tanıyacağı bu replik, siz bakmadığınızda hareket edebilen, göz kırptığınızda ımıl ımıl size yaklaşan ve saldırma fırsatı bulduğunda ise sizi tarihin meçhul bir noktasına gönderen heykel kılıklı dünyadışı yaşam formlarına karşı doctor'umuz tarafından sarfediliyordu. Doctor'umuz, belirli aralıklarla reenkarnasyona uğrayan ve yeni bir bedende tekrar doğan bir zaman lordu. Zamanın ve uzayın farklı noktalarına yolculuklar gerçekleştirerek maceradan maceraya koşuyor ve bu macerlarında da genelde yanında dünyalı bir eşlikçisi oluyor. Diğer bir bakış açısına göre doctor denilen bu adam mavi bir kulübede yaşayan delinin teki.
Peki başka bir kahraman olsaydı, kahraman da denmez ya şanssız bir ruh. Mevcudiyetinin ihtiva ettiği radyoaktif elementlerden ya da bir takım wibbly wobbly timey wimey lerden kaynaklanan bir bozukluk nedeniyle istemsiz olarak zamanda sıçramalara maruz kalsaydı..
Antik yunanda doğan bu kahramanımız hayatının üç yılını, zenginlerin boş zamanlarını felsefi sorunlar üzerinde düşünerek geçirdiği bir evrende geçirdikten sonra burdaki mevcudiyetine son vererek başka bir zamanda kendini bulsaydı..
Mesela sadece zamanda yol alarak aynı yerde ama roma imparatorluğu döneminde vücut bulabilirdi ve bu duruma uyum sağlaması gerekirdi. Neyse ki üç yaşındaki bir insanın zaman farkındalığı düşük olacağından bu konu ile ilgili çok fazla sorunu yaşamayacaktır. Hem kendisinden pek bir beklenti de olmadığı düşülürse.. Peki ama yeterli besini alması ve hayatını sürdürebilmesi tamamen şansa bağlı olmayacak mı, o tatlı yavrucak ait olduğu zamandan onlarca yıl ötede bir başına ölüp gidecek mi.. Tabii ki hayır! Karşısına iyi kalpli bir çift çıkacak bu tatlı mı tatlı veledin. Böyle olağanüstü özelliklere sahip bir karakteri bulur bulmaz kaybedeceğimizi düşünmüyordunuz herhalde.
Peki sonraki yolculuğunda, yani ilk yolculuğundan on yıl sonra, o zamanlar için ergenliğin sonu sayılabilecek bir yaşta, kendisini yuvarlak masaların ortalarda kol gezdiği, yedi krallığın taht savaşları verdiği bir ada devletinde bulsa. Bingo ingiltere!!
Bu durumu anlamlandırmakta çekeceği zorluğu, farklı bir dil, kültür ve bunların üstüne farklı bir zamanın yükünün genç kahramanımızın cılız omuzlarında yaratacağı baskıyı bir düşünün..
İngiltere'de geçen zorlu yılların ardından daha uzun süreli bir sıçrama ile kendini devrim sonrası fransa'sında bulan yirmibeş yaşında yakışıklı mı yakışıklı bir delikanlı getirin gözünüzün önüne. Tüm bu olanları biraz biraz kafasında oturtmuş ve artık sıradaki sıçramayı bekler halde. Olayları karıştırmak gerek. Tabii ki aşk olmadan bu hikaye devam edemez. Peki ama kim olabilir, kim ilgisini çekerdi ki sıradışı kahramanımızın.. Tabii ki bayrağın üç rengin temsil ettiği üç ilkeyi ateşli biçimde savunan, devrim sonrasının idealist ve acımasız kadınlarından birisi.. Bu kadarla kalamazdı birşeyler daha eklenmeli buna. Buldum. Tarihin ilk kadın celladı olmalıydı aynı zamanda ve herkesten gizlediği yüzü ile arz-ı endam etmeliydi farklı zamanlarda farklı isimler almış kahramanımızın karşısında..
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder