Budva, adriyatik denizinin kıyısında mavi ile diğer renklerin buluştuğu bir kasaba. Benimse üzerimdekilere ve ışığın geliş açısına ve kime baktığıma ve onun bana nasıl baktığına bağlı olarak yeşile çalabilen gözlerim var. Budva ikibinbeşyüz yıldır buralardayken ve hâlâ ziyaretçilerinin içini ısıtma gücüne sahipken ben gerçek hayatta gösterdiğim performans nedeniyle Lars von Trier'den gelecek filminde oynama teklifi aldım yakın zamanda. Budva ortaçağdan günümüze taşıdığı mimarisi ile arz-ı endam ederken ortaçağ ruhundaki tekinsizliği gerilerde bırakmış çoktan, hayaletleri yok artık sokaklarda dolaşan. Benim sağım soğan, solum sarımsak. Kafam çok karışık. Bir hayalet dolaşıyor üstümde ve o komünizmin hayaleti değil.
Remember that night
White steps in the moonlight
They walked here too
Through empty playground, this ghosts' town
Children again, on rusting swings getting higher
Sharing a dream, on an Island, it felt right
Budva'nın armasındaki logoda iki tane deniz atı var, aralarında üç yıldız ve birbirlerine dönükler. Ben daha küçükken Erzincan'a gitmişiz, orda beni bi atın üstüne oturtmuşlar ve ben ağlamaya başlamışım sonra ağlamam durmayınca bi erik vermişler bana, herhalde susarım sanmışlar çünkü eriği çok severmişim ama ben ağlamayı kesmeden erikten ısırıklar almaya başlamışım. Gözyaşlarımda tuzlanmış eriği dişlerken ben, at farkımda mıydı? Peki ya sen Budva, varlığımdan haberin oldu mu hiç?