Barbican, prenses kızlarını aşıklarından saklamak amacıyla kralların yaptırdıkları kuleleri bizlere anlatan bir kelime. Cümle içinde kullanalım, her gün istanbul boğazından geçip giden yüzlerce vapurda, karşıya geçtiğini iddia eden binlerce insan tarafından fotoğraflanan kız kulesi bu barbican lardan birisi işte.
Hayatını, süper mario misali prensesini bulmak için öteden beriye seyahat ederek geçiren ben için yukarıdaki fotoğrafta yer alan binadan daha cezbedici bir mekan olamazdı sanıyorum. Her seferinde, teşekkürler fekat prenses bir diğer kalede mesajını almaktan da sıkılmıştım netekim. Krakow'a da bu yüzden gittim. Ve işte yukarıdaki fotoğrafta dünyanın en çok prenses saklama kapasitesine sahip barbican ını görüyorsunuz.
Formüllerinde sonsuzluğun tanımını yapmaya çalışan ünlü matematikçi tıkanma noktasına gelmişti. Aslında işin zor kısmını hallettiğini düşünüyordu, matematiksel ispatlar hazırdı ama ne var ki sonsuzluğu gösterecek bir simge bulması gerekiyordu. Arkadaşları defalarca, çalışmalarını yayımlaması gerektiğini simge bulma işini bir başkasının da pekala halledebileceğini, sonuçta önemli olanın formüller olduğunu anlatarak, onu ikna etmeye çalışsa da o bunu kabullenemiyordu. Sonuçta bu onuru bir başkasına bırakması da ahmaklık olurdu. Sen tut bütün formülleri, teoremleri hazırla ama çalışmanın imzasını bir başkası atsın.
Günler ve geceler boyu düşündü de düşündü. Odasından çıkmaz, biricik sevgilisi Ida'yı görmez oldu. Sonralarda bir gün sabaha karşı uyandı. Nerdeyim ben diye bir bakındı. Odasındaydı. Nerde olacaktım ki diye hafifçe kızdı kendine. Yerinden kalkıp biraz gerinme hareketleri yaptı, beli tutulmuştu kaç gündür rahatsız yerlerde yatmaktan. Akşam sabah erken kalkıp çalışırım diye erkenden yattığını hatırladı birden ve masasına doğru ilerledi. Uzun çalışmalar sonrası hayatının işini tamamladığı o masanın üzerinde yanyana duran iki sokak simidini işte o anda gördü. Sevgilisine, memleketten gelirken sokak simidi almasını tembihlemişti. Krakov'da ne sokak simidi vardı ne de pastane simitleri varşova'daki o sokak simitlerinin yerini tutuyordu.
İşte bu, bir sevgilinin varşova'dan krakov'a taşıdığı o iki sokak simidinin ve bize armağan ettiği sonsuzluğun hikayesidir.
Telefonda, babaaa sen bana karşıya geçemezdin demiştin ya işte ben bugün karşıya geçiyorum diye çığıran bir çocuğun konuşmasına kulak misafiri olmuştum zamanında vapurda.
E benim gerizekalı oğlum diye cevap verdi karşıdaki ses ve devam etti, ben sana karşıya geçemezsin demedim, kendini karşındakinin yerine koyamazsın, onun acılarını, düşüncelerini, hissettiklerini anlayamazsın, kendi bencilliğin içinde boğulursun da bir sefer olsun kafanı çıkarıp insanlar neler yaşıyor diye bakamazsın dedim.
Hanım biz ne yaptık söyle bana, bu frankeştaynı nasıl yarattık?
Ah benim golemim! Seni insanlığa daha fazla bir faydan olur belki diye en iyi okullarda okutmadık mı, herkes akın akın güvenli sitelerde konaklamaya giderken biz mahallemizden ayrılmadık. Gör istedik, yapmacık olmayan dünyayı da. Paylaşmanın önemini anlatmadık mı defalarca, göstermedik mi her insanın senin gibi şanslı olmadığını, insanların ailelerini seçemiyeceğini ve bu yüzden sokaklarda veya gecekondu mahallelerinde yaşamasının haksızlık olduğunu. Bir gün yokuş aşağı sahile inerken seninle, yıldızları gösterip onlar işte hayaletler demiştim de sen bir soru bile sormamıştın yahu, işte o zaman anlamalıydım bizi nasıl bir geleceğin beklediğini.
İşte sonunda geldiğimiz nokta belli, karşımıza çıkan sensin. İnsanlığa, insanlığın tüm değerlerine karşı dimdik duran bir homo sapiens. Bir de beni arayıp karşıya geçiyorum diyor ya. Yıllar önce go home yankee diyen ben, yıllar sonra kendi ışid'imi, saddam'ımı yaratacağımı nerden bilebilirdim ki?
Karşıdaki tiradın sonlandığını farkedince çocuk telefonu koyduğu yerden aldı ve tamam o zaman akşama görüşürüz diyerek kapadı.
Her gittiğim şehirde, oranın türkiye'nin ankarasına mı yoksa istanbuluna mı denk olduğuna dair uzun uzun düşünürüm. Kararımı verirken de şehrin yaşayanlarına, sokaklarının düzenli olup olmamasına, trafik durumuna ve pek tabii denizi olup olmamasına bakarım. Eğer oranın istanbulun eşdeğeri olduğuna kanaat getirirsem bu kez ayrı bir macera başlar benim için. Hele bir de zamanım az ise o kadar zordur ki benim için oranın istiklalini bulmak. İşte gittiğiniz şehirlerde daha bir keyifle gezebilmeniz için güzel bir öneri. Mesela benim şimdiye kadar dünyanın dört bir yanında keşfettiğim onsekiz istiklal var kayıtlarımda. Peki sizin?
krakow istanbul, varşova ankara diye düşünmüştüm ben de.
YanıtlaSilpeki ya gdansk :)
YanıtlaSilgdansk'a gitmedim ben ama polonya ikinci bir ziyareti hak eden bir ulke. yoksa gdansk burdaki uc buyuklere oynayan bir yer mi? :)
YanıtlaSilinanır mısın gdansk insanı öyle rahat ki.. taksiye biniyorsun taksici güleryüzlü felan, hiç krakow gibi değil yani :)
YanıtlaSilyalnız "pomidor" a "pomid" diyolar.. öyle kendilerine özgü bir lehçeleri var, biz lehçe bilmediğimiz için o da sorun yaratmayacaktır
benim gonlumde de polonya'nin tatli bir yeri var. sanirim hic beklentim olmadan gidip de cok sevdigim bir yer olmasindan oturu hep sevgiyle aniyorum. gdansk bahane olsun, yolumu tekrar dusurmek aklimda:)
YanıtlaSil