Gnothi Seauton

Gnothi Seauton

  • 0

sen benim kim olduğumu biliyor musun?
sen benim kim olduğumu biliyor musun?
sen benim kim olduğumu biliyor musun?

sabahları bilinçaltımın temsilcisi ile yansımalar üzerinden yaptığımız konuşmalar, aynı repliğin tekrarlanmasından ibaret hale geldi. 


We start off with high hopes, then we bottle it. We realise that we’re all going to die, without really finding out the big answers. We develop all those long-winded ideas which just interpret the reality of our lives in different ways, without really extending our body of worthwhile knowledge, about the big things, the real things. Basically, we live a short disappointing life; and then we die. We fill up our lives with shite, things like careers and relationships to delude ourselves that it isn’t all totally pointless.

― Irvine Welsh, Trainspotting



kral arthur, ikeadan aldığı yuvarlak masasını kurmak için uygun anın gelmesini bekliyordu. uzun zamandır köylülerdi, asilzadelerdi derken uğraşacak vakti bir türlü bulamamıştı. yani ikeadan gelsin yapsınlar diyorum ama hem çok sonraya randevu veriyor pis adamlar hem de tanrılarına onlarca kurban istiyorlar. 

dertler içersindeki arthur, habercilerin  gelip de şövalyelerin dönüşünü haber vermesiyle görünce bir kat daha bunaldı ve şimdi nerde bizim yuvarlak masa diye tutturcaklar yine diye geçirdi içinden.

lordum diye girdi söze baş şövalye, başını önüne eğmişti. şimdiye kadar kralına karşı saygıda hiç kusur etmemiş, o ne isterse istesin derhal yerine getirmişti. başını hafifçe kaldırarak devam etti  ülkenin dört bir yanını gömme dolaplarla çevreleyip döndük yanınıza yüce arthur! sevinç içindeyiz, bundan gayrı uzunca bir süre ne yeni toprak fethi gerekir bize ne başka birşey. bütün krallık koyalım eşyalarımızı gömme dolaplarımıza da rahatlasın ortalık. sonra da koyalım şarapları kadehlere! arthur, duydukları karşısında o kadar memnun olmuştu ki şaştı kaldı bir süre, çok uzun sürmedi ama girdi söze. ah benim düşünceli şövalyelerim, beni ne büyük bir dertten kurtardığınızın farkındasınız değil mi? farkındasınız tabii. sizin gibi zeki insanlar her şeyin farkındadır. ah dostlarım! sizlere karşı mahcubiyetimi nasıl ifade edeyim bilemiyorum. siz ülkeyi gömme dolaplala donattınız ama ben bir yuvarlak masa kuramadım. ama söz, şu ortalık bir düzene girsin, eşyalar girsin dolaplara, o zaman görün beni cin fikirlerimle işte.

krallık kısa süre içinde düzene girdi. ve tıpkı dediği gibi, her seferinde yeni cin fikirler ile geliyordu arthur yuvarlak masaya.

dostlarım! ne dersiniz bir gömme dolabı sırf çoraplara mı ayırsak? daha bir düzenli olmaz mıydı?


x: bir sorun mu var, iyi görünmüyorsun.  
y: ben.. allahtan başka hiçbirşeyden korkmuyorum. 
x: nasıl yani, anlamadım. sorun allahtan korkman mı yoksa başka hiçbir şeyden korkmaman mı?
y: geceleri yatağımın altındaymış gibi hissediyorum. doğru düzgün uyuyamıyorum günlerdir. 
x: bi dakika ya neden bahsediyorsun sen? kimmiş yatağının altında olan, allah mı yatağının altında? 
y: ...
x: peki konuşuyor mu, baksana belki yeni peygamber olarak seni kestirmiştir gözüne.


vertigo 2: holy god'dan bir sahne


Sound of Tehran

Sound of Tehran

  • 0

tahran'da çektiğim fotoğraflara, fotoğraflardaki insanlara aylar sonra bakarken küçük insanlığın yılmaz bir neferi olduğumu tekrar tekrar hatırlıyorum.


her şehrin bir tınısı vardır önkabulü ile hareket edecek olsaydım tahran'a doğru, gördüklerim bir philip glass bestesine benzer şekilde titreşirdi herhalde. istanbul'da, koca bir senfoni içinde var olmaya çalışan, sesini çıkarmak için sırasını bekleyen davul gibiyim. sıram geldiğinde ortaya çıkan gümleme düşüncelerimin önemini yansıtır yükseklikte olmalı. herkes duymalı söylediklerimi ve behold diye haykırmalılar. 
gözlerimi kapıyorum. cebimde önkabulüm tahran'dayım şimdi. minimal bir atmosferde, sanki her söylediğim önemli. tıs diye vursam zilime herkes duyacak. düşünüyorum da söyleyecek neyim var önemli olan? içimdeki davul egosuyla barınamıyorum oralarda tabii ki, açıyorum gözlerimi.


çocuk! sen o kuşları vuruyorsun ama ölüp de öbür dünyaya gittiğinde o kuşlar seni vurmayacak biliyor musun? çünkü onlar ne bizim gibiler ne de alfred hitchcock gibi..


unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilemezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.

Sadık Hidayet - Kör Baykuş


tahran sokak lezzetlerinde bu hafta kiarostami beye konuk oluyoruz. kendisi tezgahında sol tarafta yer alan şişe geçirilmiş düzenli pancar birlikleri ile iran devrimindeki islami güçleri, çokluk halinde mücadelelerini sürdüren, partileşme sorununu aşamamış sağ taraftaki fasulyeler ile de solcu insanları sunuyor sofralarımıza. afiyet olsun.


islam mitolojisinde henüz bilmediğimiz ama saçlarını gören erkekleri taşa çeviren bir kadın figürü mü var yoksa? 

bir kadının saçlarını dünya gözüyle hem de kendi gözlerimle gördüm ve yok oldum.
 
kutusunu başörtüsünün altına gizlemiş olan pandora güvenlik önlemlerine aldırmıyor, birazdan olacaklardan habersiz mastürbasyonlarına devam eden  zavallı erkeklerin arasında, usul usul ilerliyordu. son anlarını, bu penis cennetinin içinde ve tadına vararak geçirmeyi planlamıştı. ne var ki cinsel içerikten aldığı hazzı hiçbir zaman istediği kadar uzatmak kısmet olmamıştı pandora'ya.

bam!