Hergün Bir Şarkı Adeta #19

  • 0

Klasik progresif rock grupları kadar yeni nesil prog rock yapan gruplar da -bunların arasında ilk sayılabilecek porcupine tree ve nice steven wilson işi sayılabilir- müzik dinleme rutinim içinde büyük yer kaplıyor. Bu türde müzik yapan yeni çıkan grupları sıkı takip ettiğimi çeşitli ortamlarda iddia etsem bile arada gazpacho gibi güzellikleri ıskalayabiliyorum. Özellikle night albümü ile bu grubu dinlemeye başlamak gerek..

 

Hergün Bir Şarkı Adeta #18

  • 0
oslo sokaklarında  uzaklara kadar gelen güzel bir sesi takip ederek bulduğum festival alanının kıyısına oturarak bir süre canlı dinleyebildim Siri Nielsen'in şarkılarını. anın büyüsünün de etkisiyle konser bitene kadar yerimden kalkamamıssım. bu da böyle bir anımdır diyecek oldum.

demem o ki, bugünün şarkısını kulaklarımıza kadar getiren kuzey rüzgarları ya da başka bir deyişle yutub.
Güneş Girmeyen Ev, Oslo #2

Güneş Girmeyen Ev, Oslo #2

fifteen men on the dead man's chest,
yo ho ho and a bottle of rum!
drink and the devil had done for the rest
yo ho ho and a bottle of rum!
 

hani hazine adasına çıkmıştık beraber, elimizde eski bir harita ve düşmanlara savurmak için kuru bir ağaç parçası. hava bulutlu, biz parçalı, falanlarla filanlarla aşılan yollardan, inilen yokuşlardan sonra ulaşmıştık sona. bir şeylerin sonuna gelme hissinin verdiği hüzün, hepsi tamam ama altınlar neredeydi?

mutlu aileler, mutlu sofralar, gülen yüzler vs. dünyanın her yerinde belirli bir mutluluk türü ısrarla pazarlanmaya devam ederken, karşı tezgahta mutsuzluğun en saf halini insanlara sunan ben neden sinek avladığımı düşünüyorum.

yürüyordum. yürüdükçe de açılıyordum. evden kızgın çıkmıştım. belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. olur, olur! mutlak traş bıçağına sinirlenmiş olacağım. otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekala bir meseledir. kim demiş mesele değildir, diye? budalalık! ya yağmur yağsaydı? ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? olsaydı o zaman mesele olurdu, işte. Sait Faik'in bu cümleleri aklımda, Oslo'da bir parka doğru yürüyordum, sırtımda çantam, çantamın içinde bir elma, su ve dünden kalma sandviçimin kalan parçası. sağa sola bakınarak ilerliyordum sokaklarda. şehrin güzel parkını bulmayı çalışıyordum, kendimi gittiğim her şehrin en güzel parkını bulmaya adamıştım adeta. kalabalık sokaklardan ilerliyordum, ilerlerken de insanların yüzlerini, yüzlerindeki ifadelerden ne düşündüklerini tahmin etmeye çalışıyordum. parka yaklaştıkça, ellerinde sulukları, kulağında kulaklıkları yürüyüş yapan insanlar artmaya başlamıştı. derken, arkamdan kardeş diye bir ses geldiğini işittim, üstüme alınmayım dedim, üstüme alınmamaya kalmadan yineledi, kardeş. ne yapacağımı kestirememiştim ki henüz, reflekslerim benden hızlı davranarak vücudumu geriye döndürdü. aklımda Sait Faik'in öyküsü, karşımda uçakta Oslo'ya gelirken yanımda oturan adam, şehrin en güzel parkında, şimde ne yapmalı düşünüyordum...

bir yere varmaksızın gidiyordum, tek istediğim yolda olma hissiydi..

Hergün Bir Şarkı Adeta #17

  • 2
en uzun süredir aktif olarak takip ettiğim gruplardan birisi In Flames. her seferinde yeni bir heyecan dalgası ile bekliyorum albümlerini ve yine her seferinde de bir yerinden yakalayıp sevmeyi başarıyorum. evet bu durumu benim başarımmış gibi görmek hoşuma gidiyor. son albümleri Siren Charms'dan ilk tutunduğum parçalardan birisi, In Plain View, şimdi yutubunuzda.
Güneş Girmeyen Ev, Oslo

Güneş Girmeyen Ev, Oslo

mutluluğun formülü içindeki bilinmeyen değişkenlere yerleştireceği kişileri doğru seçtiğini sanıp, yanıldığında doğruya bir adım daha yaklaştığını sanan polyanna'lar her seferinde daha iyi yenildiklerini sanıyorlar. çevrelerini saran umutsuzluk çemberi içinde  mutlu olabileceğini sanan insanlar, başlarına neler geleceğinden habersiz. insan bazen gerçekten hayret ediyor, aynı anda bir yerlerde geçmişin hayaletleri cirit atıyor.


gözlerimin içine bak ve bana duymak istediklerimi söyle, beni hiç bırakmayacağını, yalnız kalmayacağımı.. ve sen bitirdiğinde konuşmanı, ben bunların hepsinin yalandan ibaret olduğunu anlamanın yakınından bile geçmeyeyim.. seni bekledikçe en iyi seçeneğimin seni daha fazla beklemek olacağı ana kadar bekle ve ancak bu andan sonra uzaktan göster kendini.

son akşam yemeğinden dönen büyük bir ailenin fertleriyiz biz, hepimizin odaklandığı noktalar farklı. yarının bir son olacağının farkında olmamaktan mutluyuz. mesela amcam, yanaşmakta olan geminin iskeleye nasıl bağlandığını izlemekten öyle zevk alır ki biz ordan ayrıldıktan sonra bile gelen geçen tekneleri izlemeye devam edebilir. oysa sona bu kadar yakın olduğunu bilse, kafası bir ton yararsız düşünce ile dolu olacaktı. dayım, el çabukluğu marifetiyle yakaladığı karasineği havalı bir biçimde müstakbel yengeme gösterme derdinde. evlenmelerine zaman olmadığının farkında olmamaları güzel. babam kardeğime ayakkaplarını bağlamasını söylüyor, kardeşim ise ısrarla bağlayamıyacağını, cebi olmadığını ve adadan getirdiği hazineleri yere bırakamayacağını anlatıyor. kardeşimin hazineleri muhtemelen en yakın kanbağı olan vasisine kalacak. ben mi, ben en azından ağzımdaki şeker çubuğunun tadına varabilecek kadar yaşayacağım için mutlu, sonun yaklaştığını bildiğim için de kaçınılmaz olarak huzursuzum.

tanrıların topraklarından gemilerle ayrıldık. kendi yolumuzu çizip, kendi maceralarımızın kahramanları olabilmek için, annelerimizin güvenli sıcaklığından, bir yılanın çevrelediği ve taşmasını engellediği soğuk denizlere atladık. korku vardı içimizde ve bolca heyecan, kulaklarımız çınlıyordu esen rüzgardan. bir buluttan diğerine giden şimşekleri, tanrıların bize cesaret verme çabaları sayıyorduk. dünya üzerindeki herşeyin bizim ilerlememiz için olduğuna kendimizi öyle inandırmıştık ki yaklaşan felaketi, gözümüzün önündeki koca engeli görmez olmuştuk. görmez olsa da gözlerimiz içimizdeki bir kıpırtının bize birşey anlatmadığını sanmayın. lakin anlamak için çabalayacak halde değildik hiçbirimiz de, gözlerimizi kibir, kulaklarımızı rüzgar, içimizdeki kıpırtıyı da heyecanımızın yanan ateşi engelledi. tehlike yakındaydı artık. tanrıların ölüm saçan çift başlı kurdu, bizim peşimizden uzun yollar boyunca gelmişti. şimdi hiç birimizin kafalarının vücutlarıyla bir bağı kalmadı, ölüm nehrinin üzerindeki bir teknede akıntıda sürükleniyoruz hepimiz, içimizde birşeyi başarabileceğimizi bilmenin umuduyla tanrıların yanına, onlarla güreş tutmaya gidiyoruz..

seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım


Turgut Uyar