Viaje

Viaje

  • 0
To travel is very useful, it makes the imagination work, the rest is just delusion and pain. Our journey is entirely imaginary, which is its strength.

― Louis-Ferdinand Céline, Journey to the End of the Night

yıl 1844, Alexandre Dumas üç silahşörler isimli kitabında hikayeyi d'artagnan isimli dördüncü bir silahşörün üzerine kurdu.
yıl 1994, Frank Darabont'un shawsank redemption isimli filmi türkiye'de esaretin bedeli ismiyle vizyona girdi.
yıl 2015, ben annemi, kız kardeşimi, erkek kardeşimi katleden Pierre Riviere üç kadının ardında kendi hikayemi aramaya koyuldum. Meraklanmayın sevgili Foucault onları öldürmedim!  


Değişim nehrinin daha bir gürül gürül aktığı zamanlar, nehir artık üzerindeki paslanmış metal köprüleri bile söküp götürüyor. Radyoaktif elementler desen bozunmaya daha bir heveslilerdi sanki, eskisinden çok daha hızlı bir şekilde yarı ömürlerini tamamlar olmuşlardı. Bir nevi hızlı yaşa genç öl. İşte tüm bunlar olurken ben evin oturma odasında oturmuş karşımdaki helvacıoğlu marka flüte korkuyla karışık bakıyordum. Bu korkuyla karışık hal kısa sürede yanına nefreti de alacak ve hep beraber mustafa sandal'dan, deniz seki'ye ordan burak kut ve dahi tüm kral tv şarkıcılarına sirayet edeceklerdi. Durum vahim, alınması gereken yol ise uzundu.
 
Bu bir oryantalizm örneği değildir!

Hergün Bir Şarkı Adeta #45

  • 0
zamanla...
zamanla, gider, her şey gider
yüzünü unuturuz, sesini unuturuz
kalp,artık çarpmadığında,daha uzağa aramaya gitmenin üzüntüsü değildir bu
gitmesine izin vermek lâzım, bu çok güzel!

madrid'den bu şarkıyla dönmüştüm geri ve zamanla diyordum kendi kendime. zamanla. zamanla. zamanla. e bir zaman geçti, çok değil ama. sonra ne oldu. bir patlama. ülkenin doğusunda bir yerlerde. pkk'dır pkk diyemedi bu sefer birileri, diyemedi ama bu demeye çalışmadı anlamına gelmesin. demeye çalıştılar çünkü. şanslarını zorlamadıkları bir sefer bile oldu mu sanki. bir toplumun bilincinde yer eden olaylar vardır. ve o olaylar için insanlar sorarlar birbirlerine sen nerdeydin diye.
ben, suruçta onlarca insan ölürken/yaralanırken bir kuşağın umudunun saklı olduğu şarkıya tutunmaya çalışıyordum. şimdi, zamanın bir ilaç mı yoksa bir virüs mü olduğunu bilemez hale geldim. 
kim ki duk, bi-mong isimli aşırı dramatize filminde beyaz siyahtır, siyah da beyaz diyordu ve benim sıkıntıdan içim içimi yiyordu. şimdi düşünüyorum da zamanda da bir ying yang etkisi olmalı.

ve pek tabii siz insanlık. tebrikler, bölümü bitirdiniz. zamanla. ve ama vicdan bir diğer kalemizdeydi.

çeviri kaynağı için bkz. #35349759
Gente Monocromo

Gente Monocromo

When you photograph people in color, you photograph their clothes. But when you photograph people in black and white, you photograph their souls! 
― Ted Grant

Aynen diyor ve arttırıyorum, selfie çubuğu ruha açılan bir penceredir.

Light is meaningful only in relation to darkness, and truth presupposes error. It is these mingled opposites which people our life, which make it pungent, intoxicating. We only exist in terms of this conflict, in the zone where black and white clash. 
― Louis Aragon  

Türk eğitim sisteminin bana verdiği yetkiye dayanarak soruyorum sana Louis. Bu söz ile anlatmak istediğin ne, kime sesleniyorsun sen, ne yapmaya çalışıyorsun. Öğretmenim orman sevgisi. Yanlış Louis, bütün yanlışlar sende. Zıtlıklardan bahsediyorsun da sen bizi kararsız elementlerle karıştırmış olmalısın Louis, biz ki soygazlardan gelme, falancaların yiğeniyiz. Hem - hem sen ne güzel bir kelimesin, bir daha yazayım buraya hem - sen benim dayımdan hangi görevlendirmeyle zehirli gibi bahsedersin Louis, yok efendim intoxicating miş de daha nelermiş. Seni son kez uyarıyorum Louis, bizden uzak dur. Bizim o eğilmiş, biçilmiş, düzene uydurulmuş, tek tipleştirilmiş  ve tüm kıvrımları ortadan kaldırılmış beyinlerimizi bulandırma. Yoksa oluşacak kimyasal tepkimelerin tek sorumlusu sen olursun.

Madrid sokaklarında kaybolmak için elimden geleni yaptığım sıralarda ara sokaklardan gelen müzik sesi cezbetti beni. İçgüdüsel olarak gelen sese doğru yöneldim. Hiç de yabancı olmayan bu tınıya yaklaştıkça, yavaş yavaş kelimelerin ispanyolca değil türkçe olduğunu ve daha sonra da şarkının  ehl-i keyf üç insandan bahsettiğini anlamıştım. İşte o şarkı ve yukarıda da şarkıda bahsedilen o üç kişi.

biz çamlıca'nin üç gülüyüz
aşk bahçesinin bülbülüyüz
dillerde gezer söyleniriz
gamsız yaşar eğleniriz

C.C. Baxter: The mirror... it's broken. 
Fran Kubelik: Yes, I know. I like it that way. Makes me look the way I feel. 
The Apartment, Billy Wilder

Peki ama Billy Wilder'ın aklına bu güzel filmi, the apartment'ı, çekme fikrinin ilk olarak benim en sevdiğim filmlerden birini, bir David Lean şaheseri olan brief encounter'ı, izlerken gelmiş olması. Güzel insanların birbirleriyle bağlantılı olması sevindiriyor insanı, kutsi ile berksan'ın ev arkadaşı olması mesela..
Sinemada ve pek çok şeyde güzelliğin gizli olduğu bir çok yer var, kimi karmaşıklığın içinde çözülmeyi, kimi kalın bir örtünün altında örtünün kaldırılmasını bekliyor, kimi ise çok bozuyor. Ben -işte yine bene/bana geldik, yoksa burda ne arıyorduk ki - sadeliğin içindeki güzellikte kalmaya niyetliyim bir süre daha. 
 

Buen Retiro İnsanları

Buen Retiro İnsanları

Ben ciddiyim diye başladı konuşmasına. Birbirini ilk defa görmüş bu iki adam birkaç dakikadır kaldırıma oturmuş karşıki arsada devam eden inşaatı izliyorlardı ve birisi hipnoz halinden çıkıp - veya kimbilir hala hipnozun etkisindeyken - başladı konuşmaya Bu sanat dedikleri kimin için? Diğeri cevapladı onu - buna ne kadar cevap denilebilir ki veya bu ikilinin konuşması birbirinden bağımsız birer monolog muydu acaba - hayatımdaki ağırlıkları atmak istiyorum, işimi, ailemi, duygularımı ve daha birçok şeyi.. fazla yüklenmiş bir balon gibi düşey yönlü hareketim devamlı aşağı doğru seyrediyor artık.
Alternatif evrenden, inşaat izleyen bir takım  adamların konuşmalarına tanıklık ettiniz. Şimdi de  yalnız başına kamyona binen kepçe...

Soru: Allen Ginsberg'den Uluma var mı? Cevap: Ne yazık ki yok. Üçüncü kişilere edebiyat tutkusunu ispatlamanın en kolay yolui hiç bir yerde bulunamayan bir kitabın peşinden koşmaktır. Bulunamayn kitabı bulduğunuzu naparsınız peki, kaybetmek için elinizden ne geliyorsa onu.

Roma imparatorluğunun kuruluşu için ne kadar kehanetin anlamlandırılması gerektiğini, ne kadar kaslı yiğidin heba edildiğini hepimiz - en azından ben biliyorum, teşekkürler Ursula- biliyoruz. Sefa sürme sırası o yiğitlere geldi. Yeşilliklerin içinde, mermerden heykeller halinde sonsuza kadar poz vererek genç kızların hayallerini süsleyecekler.

Bize bir kaç kelimeyle hayatınızı, yaptıklarınızı anlatabilir misiniz? Pek tabii, eat-pray-love, tam da bu sırayla. Bayım kötü hayat mottoları sizi ancak cehenneme taşır.

Netleyemediklerim #1

Netleyemediklerim #1

  • 0
bazen görüntüleri çoğu zaman da kafamdaki düşünceleri netleyemiyorum. şöyle başlıyorum düşünmeye, şimdi diyorum orda bir patlama oldu ve onlarca insan öldü. kaç kişi olduğu önemli mi gerçekten. bu milliyetçiler diyorum şimdi diyorlardır ki o vatanlı, topraklı, bayraklı konuşmalarının içinde ama onlar da, kendi konforlu hayatlarından kendilerini ülkenin batıya açılan yüzü olarak görenler, akşam yemeklerini yerlerken diyorlardır ki ama onlar da. geçmiş olsun ama siz zombi olmuşsunuz diye geçiriyorum içimden hatta en sevdiğim zombi uyarlamaları geçiyor aklımdan sıra sıra. insanların içgüdüsel olarak nasıl avm'ye doluştukları, hem de zombi olduktan sonra bile. tüketme içgüdüsü ne kadar da baskın. sonra hedefimdekilere dönüyorum. elimde fransız devriminden kalma bir giyotin. e siz türk eğitim sisteminin içinde sürüklenirken o virüsü yemişsiniz ve geçmiş olsun. yıllardır yaşadığınızı sanıyorsunuz ya siz ama zombisiniz. bir zombi ne kadar yaşıyorsa siz de o kadar işte. geçmiş olsun demiş miydim, evet geçmiş olsun bayım ama siz çoktan ölmüşsünüz. o milliyetçilik virüsü beyin hücreleriniz arasında gerçekleşen kimyasal reaksiyonları çoktan bozmuş. 
buraya kadarı güzel. ama nasıl olduysa o giyotin, kendi çocuklarına dönüyor bu kez. ben ise dönüp dolaşıp, uygulamaya çalıştığı hilal taktiğinin içinde kalan adam oluyorum. sanırım şöyle başladı. benim ne güzel dertlerim vardı noldu onlara diye birşeyler geldi aklıma. hani nerde o bireyin yalnızlığı, o modern insanın oblomovlaşma korkusu ama kendini de eli kolu bağlı hissetmesi. hani benim bir adalet anlayışım vardı, noldu ona. dedim sonra. ben neden işçi havuz problemlerinde havuzu hemen boşaltan musluk olurken diğerleri bir türlü dolduramıyorlar havuzu. diye söylenip dururdum hani. e noldu şimdi benim, modern insanın korkuları. yahu doğu sen ne geride kalmışın mı demeli, hala paramparça edilmekten korkuyor insanlar orda. gelememişler bizim seviyemize.. hem elektrik faturası ödemiyorlar sonra da.. e ne sonrası. yok sonrası, gelememişler işte. kalmışlar, bilmemkaçıncı yüzyılda hala insanların paramparça olarak ölmesi nedir. nedir yani. birisi adalet mi demişti. adalet. adillik. benim burda güven içinde yaşamam adil mi. sizin paramparça edilmenize canım sıkıldı, canım sıkıldığı için sahile indim, koştum akşam mesela. bu adil mi. sen canın sıkılınca napıyorsun. canın sıkılabiliyor mu. noluyor orda. benim senden bir haberim var mı. sen neden yerini yurdunu bırakıp da bir mevsim karadeniz'e bir mevsim akdeniz'e, hem de traktör kasalarında, yollarda öle öle, savrula savrula. sen nereye gidiyorsun. amacın ne. yaşamak için neden bu kadar çaba. benim neden tek derdim istanbul trafiği. neden ben trafik durumuna baktığımda gördüğüm kırmızılıklardan korkarken offf trafik çok sıkışık, sen akan kanların bir akrabandan çıkmasından korkuyorsun. neden kobane denen yerde park felan yapmaya gidiyorsunuz, oturduğunuz yerde oturmak varken. rahat. konforlu. bakın ben hislerimi düşüncelerimi paramparça edip kendimi tekrar kurmayı düşünüyorum, eğer yapabilirsem yeni birisine dönüşmeyi. peki soruyorum sen, paramparça olmuş vücudunu tekrar bir araya getirebilecek misin.

Hergün Bir Şarkı Adeta #44

  • 0
Tolstoy ne diyordu, insan ne ile yaşar, peki aziz nesin'e dönelim yaşar ne yaşar ne yaşamaz diyor o da. Peki insan ne için yaşar?

Bin yıllık soruları ilk ben soruyomuşum tribine girdim farkındaysanız, koskoca tolstoylara, aziz nesinlere, agalar siz boş konuşmuşunuz, sorulması gereken soruyu hep atlamışınız. Yıl olmuş ikibinonbeş uçan kaykayım üzerinde nasıl dengede duracağımı düşünmem gerekirken beni boğuşmak zorunda bıraktığınız bu sorular reva mı?

Bu soruya reva diye yanıt verilebilir mi acaba, neyse konumuza dönelim.

Sevgili Manu chao,
Senin varlığından yıllardır haberdarım. Strong presence inin etkileri binlerce kilometre öteden buralara kadar geldi, çevremdeki insanları sardı sarmaladı. (Burda yazar sorun sende değil bende için altyapı hazırlamaktadır.) Lakin yaptığın müziği merak etmişliğim, açıp da bir şarkını dinlemişliğim yok be Manu. Dar görüşlü metalcinin teki diye düşünebilirsin benim için, ben ise ferdi tayfur peşinden lalalaaa diye koşan birisi olduğumu bilmeyişine veririm ancak bu saçma düşünceni. 
Bak, iki sene önce bir festivale geldiydin hatırladın mı? Aha işte ben de oradaydım, şans bu ya beleş bilet bulmuştum geldim izledim seni canlı canlı. Dedim ki benim Manu'ya karşı olan odunluğum ortadan kalkacak, performansından, kalabalığı nasıl etkisi altına aldığından felan etkilenip youtube'da adını aratıp sonra da yıllarca sürecek hayranlığım başlayacak. Olmadı be Mano. Peki ne mi oldu? Zaman geçti, geçti, geçti.. Bir gün geldi ve senin mentira isimli şarkının bir versiyonunda, o güzel kelimeler Marcos'un ağzından dökülürken ona eşlik eden müziğini dinledim. Bayıldım be Mano, senin müziğinden çok Marcos'un sözlerine ama olsun müzik de fena değildi.

Teşekkürler, bu güzel sözleri yaydığın için!


Hermanos nosotros nacimos de la noche
en ella vivimos
y moriremos en ella
pero la luz será mañana para los más,
para todos aquellos que hoy lloran la noche,
para quienes se niega el día.
Para todos la luz,
para todos todo.
Para nosotros el dolor y la angustia,
para nosotros la alegria de la rebelión
para nosotros el futuro negado,
Para nosotros la dignidad insurrecta
Para nosotros nada
Nuestra lucha es por hacernos escuchar y el mal gobierno
grita soberbia y tapa con cañones sus oídos,
nuestra lucha es por un trabajo justo y digno y el mal gobierno compra y vende cuerpos y vergüenza,
nuestra lucha es por la vida y el mal gobierno oferta muerte como futuro,
nuestra lucha es por la justicia y el mal gobierno se llena de criminales y asesinos,
nuestra lucha es por la paz y el mal gobierno anuncia guerra y destrucción.
Techo, tierra, trabajo, pan, salud, educación, independencia, democracia, libertad,
estas fueran nuestras demandas en la larga noche de los 500 años,
estas son hoy nuestras exigencias.

Hergün Bir Şarkı Adeta #43

  • 2
İşbu yazı orthodox kelimesinin cümle içinde kullanılması amacıyla yazıl(acak/mış)tır. 

Yok artık o kadar da değil. Peki, şöyle diyelim o zaman, bir film izledim ve müzik zevkim değişti. Abartıyorsun. Tamam tamam şöyle başlıyorum ben o zaman, sen de arkadan gelirsin. Dinlediğim müzikler konusunda tutucuyumdur. No objection. Seveceğimi düşünmediğim müzik türleri var ve bunlara ne hile ile ne de cebren yaklaşacağımı sanmıyordum ta ki düne kadar. Objection your honor. Tamam tamam bazı durumlarda, hayır düğün felan değil, aslında ne diyorum biliyor musun aklımdan geçenleri daha önce ve daha güzel anlatmış olan bir dizi karakteri var, mikrofonu kendisine uzatalım. Ne diyor dean winchester ölüme doğru gaza bastığı onlarca seferin birinde  bon jovi rocks... on occasion, dean için şeytanla yaptığı anlaşmanın vadesi yaklaştığında dinlediği bir wanted or alive veya sezon finali öncesinde çalınan carry on my wayward son ne ise benim için de cafe de flore gibi güzel bir filme fon müziği oluşturan doctor rockit veya marakeş'te güzel bir öğleden sonrasına fon müziği oluşturan tiken jah fakoly odur.

Kullanmak istediğim kelimeler diye bir köşe mi yapsam acep? Korkarım öyle bir köşe yapacak olursam ilk kelime için yine Jean Marc Vallee'nin bu güzel filminden bahsetmem gerekecek.
The Crane

The Crane

  • 0
Lech bir sabah uyandığında aynadaki yansımasının, kendisi diye bildiği kişiye artık hiç de benzemediğini farketti. Beklenenin aksine bu garip hadise Lech'in üzerinde o şaşırtıcı etkiyi yaratmaktan oldukça uzaktı. İnsanların bir gecede hamamböceğine dönüştüğü bir coğrafyada başına gelenler Lech için pekala kabul edilebilirdi. Altı üstü farklı bir yüzü vardı. Bir dakika diye geçirdi içinden, belki de yüzü aynada eskisi gibi yansımaz olmuştu. Ah, ne kadar aklı başında bir adamdı bu Lech, aklına hemen de bu değişikliğin sadece aynadaki yansımada yaşanmış olabileceği gelmişti. Şimdi ilk yapması gereken problemin tanımını yapmaktı. İşyerinde geçirdiği yıllar boyunca yaşadığı problemlere nasıl yaklaşması gerektiğini öğrenmişti Lech. Önce problemi tanımla, sonra çözüm alternatiflerini ortaya koy ve içlerinden en akla yatkın olanı seç. Bu sorunun cevabını öğrenebilmek için de ikinci bir çift insan gözüne ihtiyacı vardı. Hayır, gerçekleştirebileceği bir büyüye malzeme aramıyordu, saçmalamayın. Büyüye merakı vardı ve biraz da asosyaldi kabul ama o kadar da değil. İşte tam da bunu kanıtlamak istercesine pencereye yöneliyor, aklında sokaktan geçen tanıdık bir yüze selam çakma fikri. 

Sokakta karşı apartmandaki kadın her sabahki gibi sokağı süpürüyor, geri kalan dünya düzeninin değişmemiş olması bir nebze de olsa rahatlatıyor protagonistimizi. Mahallenin rahibi ise sabah çanını çalmak üzere kiliseye doğru seyirtiyor. Normalde aklından geçmese de hem rahatlama hissinin verdiği gaz, hem de kendisine yöneltilen asosyal söyleminin aksini ispatlama istediği nedeniyle kadına selam vermeyi geçiriyor içinden. Biraz duraksadıktan sonra hem bu alışılmamış davranış hem de yeni yüzünün kadıncağızın üzerinde nasıl bir etki bırakacağını kestiremediği için vazgeçiyor. 

Doğu diyarında, havanın güneşli olmasını da fırsat bilen binlerce aile mangallarını alıp sahile doğru koşarken, kahramanımız kendi şehrinde havanın kapalı olacağını düşünüyordu. Günlerdir şehri ıslatan bulutları ortalıklarda göremeyince günlerdir evde pineklemesine neden olan bahanesi de ortadan kalmış oldu böylece. Peki ama bu güzel günü nasıl değerlendirmeli? 
İyisi mi bir süre sokaklarda amaçsız dolaştıktan sonra berbere bir uğramak, bu yeni yüz ile eski saç modeli birbirine uyumsuz, berber de benimle aynı kanaate varır ise yüzümün değişmiş olduğuna dair bir kanıtım olur. Böylece çözüm yolunda da önemli bir adım atmış olurum diye devam edecekti ki iç sesi, yıllardır sabreden kitlelerin tepki oyları bir anda yağmaya başladı. Ne çözümünden bahsediyorsun sen allaşkına, yüzün değişmiş yahu, bir kere daha bak isterden aynada kendine. Anlayamadın herhalde durumu, hem bu anlayışlı adam triplerini de bir kenara bırak. Bu moda her girdiğinde sonunun nereye vardığını ikimiz de biliyoruz. Bir baksana kendine, o mizacına kurban olduğum, bir baktı mı okyanus dalgası kıvamındaki bakışları ile karşıdevrimcileri boğan Lech gitmiş de bu sünepe bakışlı adam kalmış geride. Bak kulak ver, uzaklardan gelen şu sese, ne diyor..

gidenlerden
bir tek seni bana ekledim
seni deli gibi bekledim
gidenlerden
gidenlerden
bir tek seni bana ekledim
seni deli gibi özledim
gidenlerden

Anlıyor musun ne demek istediğimi Lech! Ben, bir çeki düzen vermen gerek kendine dedikçe sen iyice saçma bir insan oldun çıktın. Oblomovluğu bırak artık daha öğrenmen gereken çok şey var dedikçe, sen iyice saçmalar oldun, bütün zamanını karşısında geçirdiğin o amerikan dizilerinin etkisinde, farklı bir yüze büründüğünü iddia ediyorsun şimdi de bana. Biraz orjinal olmayı bile denemiyorsun artık.

YETEEEEER!!!

Diye bağırdı Lech, bir süreliğine de olsa kafasının içindeki tüm sesler susmuş, kaos yerini düzen ve güven ortamına bırakmıştı. Fırsattan istifade müzikçalarını yanına alıp üçer beşer merdivenleri indi. Sokağa adımını attığında kadın hala elinde süpürgesi, iki yana sallanarak kaldırımlara süpürgesini savuruyordu. Kadını görünce elinde süpürgesi ile kötülüğe meydan okuyan bir kahraman fikri geldi aklına. Bunu yazmalıydı ama şimdi değil, şimdi sessizliğin tadını çıkararak aziz şehri izleme zamanıydı.
 

Hergün Bir Şarkı Adeta #42

  • 0
Ahh...fue permanente emoción.

Bugünün şarkısı haklıyken haksız duruma düşenler için. Onlar eve dönüş yolunda, ah öyle değil de şöyle davransaydım diye hayali senaryoları kurarlarken kafalarında, biz onları rahmetle anıyoruz..
Bir İsyanın Doğduğu Şehir

Bir İsyanın Doğduğu Şehir

hava durumunu kontrol edebilme gücümün olduğunu keşfetmem bundan bibuçuk ay öncesine rastlar. yağmur bulutları yerleri ıslatadursun biz, şehrin yağmur altında ne kadar da güzel göründüğüne dair romantik zaman düşünceleri içersindeydik. ünlü bir modern sabah düşünürü, zehirle ilacı ayıran şey dozmuştu demiş ya hani, bizim romantikliğimiz ile bir kaç dakika sonra havaya savuracağımız küfürleri birbirinden ayıran şey de, aynen abi, dozmuştu.
ellerimi havaya kaldırmamla bulutlarda oluşan hafif titreşim, bende farklı birşeylerin olduğunun işaretiydi. ben de izlediğim filmlerden, okuduğum çizgi romanlardan hareketle, süperkahramanın gücünden korkma aşamasını hızla geçerek, bulutları şehrin üzerinden hızla uzaklaştırdım.

bulutların dağılmasıyla şehre ulaşan güneş ışınlarının insanların yüzünde yarattığı mutluluğu görmek ve hele bir de bunun sebebinin ben olduğunu bilmek beni de oldukça mutlu etmişti. yukarda gördüğünüz amcayı şehirde güven ve huzur ortamının sağlanmasının bir nişanesi olarak şehrin eski yüzü ile yeni yüzünü birbirinden ayıran köprünün üzerine yerleştirdikten sonra şehir turumuza kaldığımız yerden devam ettik.

companion ım ile şehri adımlarken, yaşayabilmek için çiçek satan bir teyzeyi gördüğümüzde verdiğimiz tepki; bizim de yapabileceklerimiz bir yere kadar yönünde oldu. zamanında bir amcanın yaptığı açıklama da bizi destekler gibiydi, süperkahramanların güçlerinin sınırlarını bilmeleri, ona göre davranmalı gerekir. eğer ki dünyanın düzeni böyle ise onu değiştirmeye kalkmamalı süperkahraman, düzene ayak uydurmalı.