Hergün Bir Şarkı Adeta #77

  • 0
"Have you got any soul?" a woman asks the next afternoon. That depends, I feel like saying; some days yes, some days no. A few days ago I was right out; now I've got loads, too much, more than I can handle. I wish I could spread it a bit more evenly, I want to tell her, get a better balance, but I can't seem to get it sorted. I can see she wouldn't be interested in my internal stock control problems though, so I simply point to where I keep the soul I have, right by the exit, just next to the blues.

― Nick Hornby, High Fidelity

tüm o  oh, oh, oh, oh yeah ler, loving you forever lar, times are good or bad, happy or sad ler geçip de şarkı sona erdiğinde reverend al green elini kaldırır ve seslenir; "tina". soul musiki bu olmalı.

Hergün Bir Şarkı Adeta #76

  • 0
uzayın kuytu köşelerinde saklı kalmış bir soru aramaya inancı kalmamış kahramanımızı kahvaltı üstündeyken yakalar.

bu brutal vokal nerden çıkmış biliyor musun?
bilmiyorum ki nerden.

[uğursuz soru çıkar.]

cevabın da aynı sorusu gibi kendiliğinden çıkıp gelmesini bekler kahramanımız ama gelmez bir türlü. o da, sanki varlığını ispat etmek istercesine düşünmeye başlar. düşünür, düşünür, düşünür... önce blues vardı cümlesi ile başlattığı rock müzik tarihçesinde evladım ne anlıyorsun bu böğürtülerden sorusundaki böğürtüleri konumlandıramaz bir türlü. gerçekten de ne anlıyordur bu böğürtülerden, düşündükçe müzik zevkine olan inancı gittikçe zayıflamakta olan kahramanımız deniz seki noktasından buralara ne ara geldiğini dahi hatırlayamamaktadır.

[deus ex machina!]

[tweet girer.]


f5 tuşuna tanrısal bir dokunuş ile çözülmeye başlar sorun. önce tanrılara yemeksepetinden dürüm söyleyen kahramanımız, uğruna çocukluğuna doğru bir içsel yolculuğa çıktığı o meş'um sorunun yanıtını ancak wikipedia'da, bir annenin seyahat güncesi başlığıyla paylaşılan şu kısımda bulabilecektir.

commented on the local music as follows: "Never before I have heard uglier songs than those of the Vikings in Slesvig. The growling sound coming from their throats reminds me of dogs howling, only more untamed."

tabii ki, vikingler! peki ama vikingler bu böğürtülerden ne anlıyorlardı?
God Jul

God Jul

  • 0

"ben nereye istersem oraya gidelim mi?"
"yolu göstermen yeterli."

burası stockholm, soğuğu burnumda hâlâ. yeni indik de uçaktan kar yağıyordu önce pisti de kaplamış, korktum. inebilecek miyiz sağ salim kayıp düşmeyelim sonra dedim, cevap vermedi. cevap vermeyince anladım düşmeyeceğimizi. benim böyle aptalca telaşlanmalarıma hiç cevap vermez o, bu da soru mu şimdi der gibi bakar. bazen de hiç bakmaz ne yapıyorsa onu yapmaya devam eder, ben de susarım ama kendimi de güvende hissederim, o kadarına yara bari be adam, yine benim aptallığımmış der telaşa mahal vermem. mahalli kolluk kuvvetlerini görev başına çağırırım bazen. dostlarım gelin derim dertliyim, kanallarım taşmak üzere sirenleri duymuyor musunuz? bir o gelir. o kadar kişi içinden bir o gelir ve o da bir şey demez. olacak iş değil!


"buraların old town ı ne yana düşer?"

en güzel mevsimimde, en güvenli, en turistik bölgemi gezip sonra yaşamaya mı karar vereceksin yanımda? evine dönüp, arkadaşlarına stockholm'ü yaşanabilecek şehirlerin arasına eklediğini mi beyan edeceksin yoksa. stockholm, yaşanabilecek şehirler listene eklenmekten gurur duyar. peki ama kış memleketiysem ben, sulu sepkenimde gezdin mi hiç ümraniyem sokaklarında. değişik değişik insanlar yaşar o sokaklarda, kimine ben bile raslamamışımdır.


"IKEA!"

neyse ki kabusmuş. rüyamda, ki pek sık rüya görmediğimi söylemem gerekir, ilişkilerde kaçan kovalanır teorisini stockholm syndrome bağlamında yorumlayan çalışmasıyla nobel kazanmış bir bilim adamıydım, ödül olarak da montelenmek üzere bir ranza hediye ediyorlardı sağolsunlar. stockholm senin bana ettiğini kimse etmedi!


yüzyıllar sonra çağının barbarları olarak anılacak turist kavminin sadık bir üyesiyim. top ten listesini, istiklalini, istanbulunu, ankarasını, yönetim biçimini, şimdi bizim cumhurbaşkanımız sizin neyiniz oluyorunu, how can i go to old town demesini, halk müziğini, ezo gelinini, en yüksek dağını, ovalarını, başlıca geçim kaynaklarını, platolarını, haymanalarını, cihanbeylilerini, cihannümalarını, muhteşem süleymanlarını, aşkı memnularını bilmediğim şehirlere gidip oraların köftelerini yiyor magnetlerini alıyorum.
memnun kaldınız mı şehrimizden? on üzerinden bir puan vermenizi istesek mesel. yaşar mısınız burda ya da gece hayatımızdan mı memnun kaldınız daha çok, hoş biraz erken kararıyor hava farkındayız ama.





Hergün Bir Şarkı Adeta #75

  • 0
bu soğuk kış gününde içinizi ısıtacak... hayır hayır hiç alakası yok. sıkı giyinin, soğuk kış kapımızda, şarkımızın adı i am the antichrist to you

i was always quick to admit defeat
empty statements of bones and meat
Budva ile Aramdaki Farklar

Budva ile Aramdaki Farklar

  • 0

Budva, adriyatik denizinin kıyısında mavi ile diğer renklerin buluştuğu bir kasaba. Benimse üzerimdekilere ve ışığın geliş açısına ve kime baktığıma ve onun bana nasıl baktığına bağlı olarak yeşile çalabilen gözlerim var. Budva ikibinbeşyüz yıldır buralardayken ve hâlâ ziyaretçilerinin içini ısıtma gücüne sahipken ben gerçek hayatta gösterdiğim performans nedeniyle Lars von Trier'den gelecek filminde oynama teklifi aldım yakın zamanda. Budva ortaçağdan günümüze taşıdığı mimarisi ile arz-ı endam ederken ortaçağ ruhundaki tekinsizliği gerilerde bırakmış çoktan, hayaletleri yok artık sokaklarda dolaşan. Benim sağım soğan, solum sarımsak. Kafam çok karışık. Bir hayalet dolaşıyor üstümde ve o komünizmin hayaleti değil.

Remember that night
White steps in the moonlight
They walked here too
Through empty playground, this ghosts' town
Children again, on rusting swings getting higher
Sharing a dream, on an Island, it felt right

Budva'nın armasındaki logoda iki tane deniz atı var, aralarında üç yıldız ve birbirlerine dönükler. Ben daha küçükken Erzincan'a gitmişiz, orda beni bi atın üstüne oturtmuşlar ve ben ağlamaya başlamışım sonra ağlamam durmayınca bi erik vermişler bana, herhalde susarım sanmışlar çünkü eriği çok severmişim ama ben ağlamayı kesmeden erikten ısırıklar almaya başlamışım. Gözyaşlarımda tuzlanmış eriği dişlerken ben, at farkımda mıydı? Peki ya sen Budva, varlığımdan haberin oldu mu hiç?



Hergün Bir Şarkı Adeta #74

  • 0
bilmem kaç milyonluk nüfustan bu kadar etkileyici bir papa çıkaramayan hristiyan cemiyeti kendisini sorgulamalı.

evet, bugünkü konuğumuz yetmişlerin musikisini alman dışavurumculuğuna bulayan gizemli grup ghost. nosferatu'ya arka plan olacak bir albüm ile yakın zamanda bizlerle olacak -ah keşke!- olan isveçli grup şu aralar popestar adlı ep'leri -4 cover + 1- ile gündemde.

terminat hora diem terminat auctur opus.

Hergün Bir Şarkı Adeta #73

  • 0
Good music can act as a guide to good living.

John Cage

bakalım coss arkadaş, medusa'ların, calliope'lerin arasından geçirip de nereye götürecek bizi.
Metod Oyuncusu

Metod Oyuncusu


bikinili bir kadın yağmur yağarken neden kaçar mimi? 

mimi bizim rehberimiz. beraber dağ taş, dere tepe düz gittiğimiz, bir önceki hayatını keçi olarak ifa etmiş olan buraların yerlisi bir kadın. gördüğü şaşalı inek boklarına bir dal çiçek batırıp this is my birthday cake, you know diyen bir insan. modern bir insan değil ama mimi. daha çok gerikalmış bir medeniyetin gerikafalı temsilcisilerinden biri olarak düşünelim onu. zaten yerli dediğin nedir ki allaşkına, yağmurda ıslanıp güneşte kuruyan insanlardan ne bekleyebiliriz?


All the world’s a stage
And all the men and women merely players
They have their exits and their entrances

Shakespeare

Osmancık: beni sevdiğini duymaya ihtiyacım var.
Baldo: kaç kere konuştuk bunu. seni sevmiyorum.
Osmancık: iki kelime sohbet ettiğin işyeri arkadaşının teyzesi öldüğünde üzülmüş gibi yapıyorsun da şimdi beni seviyormuş gibi yapamıyor musun? sende devamlılık hatası ve inandırıcılık sorunu var.


seninle tanışmadan önce altı ay boyunca D.'lerin arasında yaşadım. sırf sana hazırlanabilmek için D.'ler kampındaydım ve bütün o D.'ler de çok konuşuyorlardı senin gibi. hepsi kışın istanbul'da ama bazısı yazın kaş'ta bazısı bodrum'da garsonluk yapmak istiyordu. hiçbiri de garson değildi ama. çünkü anneleri ve babaları vardı. aslında bazılarının ne annesi, ne babası vardı ama onlar da önce para biriktirmek istiyordu. sonra bir gün gelecekti ve... o gün gelince çoktan senior mevki sahibi olacaklar diye tamamladı kendini beş yıl sonrasında gören D.'lerden biri. hayır ben senin gibi değilim, hayallerime bağlıyım dedi genç D. 
ve şimdi sonunda sen geldin. ben bu masada tek başıma oturuyordum. geldin ve burası boş mu dedin? boşluğun tanımını yapabilir misiniz dedim. ama sen de hazırlıklıydın, açıkladın. senin kafanı hep o sofistler karıştırmış al önce şu baldıran zehrinden biraz iç dedin. bu ana gelmeden önceki altı ayını boy boy sokrates ile geçirmiştin.


Tepenin Ardı

Tepenin Ardı

  • 1
Temmuz ayında gelseymişsiniz keşke, buraların güzelliği asıl o zaman çıkıyor ortaya zamanındayım. Şurdan bir kişi alır mısınız sokağından, müsait bir yerde inebilir miyim caddesinden, merhaba bu işi başkasına assign edebilir misiniz, sizin de görebileceğiniz gibi çok fazla iş var üzerimde semtinden ve gerekirse mesaiye kalıp tamamla lütfen şehrinden çok uzaktayım. Güneş ensemde boza pişirmekle meşgul iken, kendimi her mevsimin kendine has bir güzelliği olduğuna ikna etmeye çalışıyorum. İşe yaramıyor. Bir de diyalog yöntemini deniyim diyorum.


"Tamam internette gördüğüm gibi değil ama idare eder yine de. Sence de öyle değil mi?"
"Evet evet. Ben daha kötü olacağını düşünmüştüm aslında. Gayet güzel bence de."

Evreka! İşte görelilik kuramı bir kez daha bizlerle. Teşekkürler dilli kaşarlı adam! Başladığım noktaya göre daha iyi bir yerde miyim? Bilemiyorum.



Islak pirinç tarlası manzaralı yollarda, şaman rehberimizin ardında, dere tepe düz gidiyoruz. Hükümet pirince teşvik veriyor mu diye soruyorum, vermiyormuş. Buralarda herkes masaj yapma peşinde peki sen hiç masaj yaptırdın mı diye soruyor, keşke ben sorsaydım ne güzel de soru diye düşünüyorum, anca pirince teşvik. Sanki çiftçinin kara gün dostu! Hayır, hiç masaj yaptırmamış. Sonraki durak tepenin ardı!