• 0
oyuncular kağıt üstünde güçlü isimler, yönetmen/senarist desen geçen senenin oscarlıları, amerikan bağımsız sinemasının en popüler isimleri coenler.. ama bütün bu unsurlar bir filmi izlenir kılmaya yetmiyor. hikaye bu kadar bayık olunca brad pitt'in extra egzantirik karakteri bile kurtaramıyor durumu.. coenler filmi aptallar üçlemelerinin son filmi olarak göstermişler, umarım gerçekten sondur..

eğer bir filme gidilecekse bu hafta çıkanlardan bu
Le Silence de Lorna olmalı derim ben..
  • 0
mutlak değer içinde negatif.

keep on fallin'

  • 0
donmaya bu kadar az kalmışken
her zaman yaptığını yaptı
etrafındaki duvarları onardı
içi mutlak yalnızlıkltan donarken
bedenini biraz olsun ısıtmaya çabalıyordu hala

keep on fallin'
  • 0
dünün özeti:

giriş:
mirgün'den geçmece, emirgan korusunda, pembe köşkte değil beyaz köşkte değil ama sarı olan köşkte çay içmeceyle başlayan gün. karışık sandövicin yanında gelen ruffles ile iyice şenleniyordu, herşey çok hızlı başlamadı mı sence de.

elinde az okunur bir derginin son sayısı vardı, üzerinde eski bir kazak, paçaları paramparça olmuş bir pantolon ve kirli sakalıyla bohem sayıyordu kendini iyice, ta ki gelişmeye kadar devam etti bu durum.

gelişme:
gelişme de bir başlangıçtı onun açısından, sonun başlangıcı. birden sürreal insan salvador'un gezisine uzanan sıranın ortasında buldu kendini, yaklaşık on dakka arandı tarandı kübik suratlı suratsız güvenlik görevlisi tarafından, çevredeki reel piyasa gözlerin şüphesini çekti. bütün o rahatsız edici bakışlardan rahatsız oldu -doğal olarak. bunca debelenme sonrasında ancak, huzura kabul edildi.

içeri girer girmez gerek sürrealizmin bünyesinde oluşturduğu tepkimelerden gerekse akbank'ın ne kadar önemli bir iş yaptığından bahsedebilirdi yanındaki güzel kıza ancak o, geçen akşam yediği barbunyanın da etkisiyle geğirmekle yetindi. doğal olarak çevresi tarafından anında dışlandı, marjinalleşirildi. bu yüce sanat karşısında yegane tepkisinin ağzından çıkardığı o garip geeğrk sesi olması güzel kızı da ürkütmüştü. tüm sergiyi dolaşmaya zamanını yetiremedi netekim inceler ile boş arası değişen bakışlarla her bir resme uzuuun uzun baktı. en çok dali'nin kuzini ve birkaç kankasıyla yazlıklarının terasında çektirdiği fotoğrafı beğendi. kendi sosyal yaşamına bu resimden paylar çıkardı.

paralel düşünce - dali'yi öyle mayolu sırıtır bulunca karşısında sürrealizmin, kübizmin barındığı bünye de bu muymuş diyerek kendisine istemsiz olarak "ne pis insanmışın sen be dali." tepkisinde bulundu -

serginin ilerleyen bölümlerinde karşısına çıkan ingrid bergman, alfred hitchcock, ve salvador dali'nin yer aldığı fotoğraflarda ingrid'in göğüslerinin içine düşüyordu ki görevliden çizgiyi geçmeyelim lütfen uyarısı geldi. sergiden çekilerek çıkarılırken "bari bi hediyelik eşya alaydım" şeklinde yakardı güven görevlisine. neyse ki acındırabildi biraz olsun kendisini de dali anahtarlığını alabildi. ne dersin sanat dolu bir paragraf olmadı mı sevgili okur.

sonuç:
koca porsiyon hamsiyi mideye indirdikten sonra istinye'de balık yemenin pek de matah bişey olmadığının farkına vardı. yüzünde hafif bir gülümseme ağzında waffle tadı evine doğru yollandı.
ben uyumsuzluğumla hayatın akışına çelme takan,
ben o hep görmezden geldiğiniz 0.14,
evet benim o normal şartlar altında bile katı halde duran,
tüketim kültürü de tüketim kültürü diye elinden şekeri alınmış çocuk gibi ağlayan,

ben metaforun mutlak sıfır noktasına ulaşabilen yegane şahıs,
hiçbirşeyi beceremeyip herşeye kadirmiş gibi davranan

bir film izleyip hayatını değiştiren
sonra cayan,
geri dönebilmek için boşa çaba sarfeden

herşeye muhalifmiş taklidi yapan,
kendi kendinin nuh'u olup aşuresini de pişirebilen,
hem yeni hem eski

içinizdeki irlandalıyım ben
zararsızım.
  • 0
*kelimelere herkes kendine göre bir anlam,bir değer veriyor galiba.bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dili konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu? der aylak adam.

yusuf atılgan.
  • 0
şimdi de yayına geçen hafta derste hazırladığım ancak nedendir bilinmez -aslında bilinir de şimdi konuyu dağıtmayayım sanal ortama aktarmakta gecikmişim yazdıklarımı. ben ayrılırken sahneden yerimi kağıt üstünde güzel duran ama içerik olarak bi halt ihtiva etmeyen yazı gelsin.

dış ses: şıkıdıdııım.

[dış çekim]

anlatıcı: hayret ediyorum düşününce. cidden hayret yahu. şuncanık hayatımın en mat günleri bu cafcaflı ortamda mı geçecekti. herkesin fotoşoplanmışçasına parladığı bu resimde ben yalnız flu bir imgeyim -hanım koş imge getir.

demem o ki çevremdeki balıkların birbirini yeme davası giderek bir toz tabakasıyla kaplanmama sebep olsa da, hala darwin'in teorilerinin aksini ispatlamak istercesine doğal seleksiyona dahil bile olmayışım, uyumsuzluğumu had safhaya çıkarışım popomundo deyimiyle akla zarar bir performans -oyunculuk manasında. nasıl ki lens bir yabancı mahiyetinde gözüme batıyorsa ben de kendimi yabancı bir madde gibi görüyorum tüm bu köpekbalığı havuzunda
- yakında geliyor kurtlar vadisinden sonraki durak- aradaki fark ise çevrenin ben yabancı maddeye batması.

[anlatıcı, anlatacağını burda keser netekim bu bir kısa filmdir ve kısa filmler hep kısa olagelmiştir.]
  • 0
sonbahar, kış gibi soğuk geçmesi beklenen mevsimlerde asıl sıcak geçen günlerden korkacaksın der ezop, ve bununla da yetinmeyip sıkı sıkı giyinmemizi tembihler biz hayat tecrübesinden nasiplenmemiş gençlere. benim gibi, söylenenlere kulak asmayıp gencim ben olm kanım kaynıyo yeaa triplerinde dolaşanlar da nezle olmaya mahkumdur. bu aciz kullardan biri olarak tedaviyi, naneli çay içine bir dilim mandalina sıkıp bununla da yetinmeyerek içine bir de portakallı limonlu çay koymakta buldum. etkisini kıs sürede göstereceğini ümit ediyorum. ayrıca bir başka ümidim de jewel'in bir an önce budapeşte'ye yerleşip beni de yanına aldırması..

bunun dışında günün en önemli gelişmesi klavyemin a harfinin bozulmak suretiyle bana zor anlar yaşatıyor olması derken bu gelişmeyle ve işte bir yazının daha sonuna varmışız meğersem.

sağlıcakla kalıyım.

günün özeti:

beylerbeyinin en güzel yerini işgal etmiş, polisevi denen ve müşterilerin allah belasını versin şiarıyla hareket eden dükkanında rakı balık..
  • 0
bugün pazar malum, erken de kalkmışım parlement sinema gecelerinden daha severek izlediğim trt1 western kuşağını yad ettim kendimce. Butch Cassidy and the Sundance Kid sırf Paul Newman'ı barındırması nedeniyle bile izlenmesi gereken bir vak'a gözümde. ara bilgi: aldığım duyumlara göre filmdeki Sundance Kid karakteri Robert Redford'un kurucusu olduğu amerikan bağımsız film festivali Sundance Film festivalinin ismi de filmdeki karakterin isminden gelmekte imiş. Film, Paul Newman'ın varlığıyla eğlenceli bir kimliğe bürünmüş bunun üstüne filmin ikinci yarısında güzel müzik eşliğinde hikayenin fotoğraf kareleri şeklinde ilerlemesi bendenizi mutlu mesud(t) etti. Ayrıca anı yaşamalısın dostum teması da içerdiğinden olsa gerek insanın içersine farkettirmeden bir hava salıveriyor. Filmin son sahnesi -sağdaki sahne- ise kendi başına kırdı geçirdi beni. bir de naçizane tanım cümlesi gelsin benden; film sadece güzel müzik, güzel diyaloglar, güzel bir seyirlik sunmuyor sana mükemmel western ile diğerlerinin arasındaki farkı da koyuyor.
erken uyandım bu sabah, her zamankinden daha erken. tabii erken uyanınca o sabah mahmurluğuylan neden diye sordum kendime. çok duygusallaşmıştım. öyle ki gözümden tek damla yaş süzüldü. gözyaşının gözden çıktığının farkına varır varmaz aynanın karşısına koştum nası bir görüntü oluştu acaba merakıylan -gerekirse gözyaşımı fotoşop aracılığıylan parlattırıp avatar bile yapabilirim düşüncesiyle daha çok ama. saçlarım da gözümü kapatmak istercesine öne doğru gelince adeta bir emo çocuğu olmuştum, bu görüntüyle dışarı çıkmamla dayak yemem arasındaki süre saniylerle ölçülebilirdi ancak. ne mutlu ki bir anda gözümün önüne televizyok karşısında uyuyakalmış ben görüntüsü geldi de bütün duygusallığım bir anda uçuverdi. saçlarımı da dağıtınca ahenkle, tekrar o can dündar duygusallığında boğulmak isteyen genç, genç kızların sevgilisi görüntüme kavuştum.

yukarda anlattıklarımla anlamlı hiçbir bağı olmamakla birlikte, farkındalığımın arttığı -bu demek değil ki tehlikenin farkındayım- şu günlerde isveç 1.ligi güney tarafında malmö anadolu diye bir takımın farkına vardım. malmö anadolu bizden destek bekliyormuş ama ne alaka anlayamadım.

şimdi de birinci paragrafla ilgili "yazar ne demek istemiş ?" isimli bölümümüze geçelim. evet yazar kişisi şiirsel bir cümleyle girişini yapıtıktan sonra günümüz blog gençliğinde görüldüğü üzere kimseyi ilgilendirmeyecek kendi hayatına dair bilgiler verip sarıkayavari bir takım söylemler tutturduktan sonra. şu sıraların popüleri filmle ilgili de genel ama çoook genel düşüncesini belirtmiş. ha saçmalamış mı sonuna kadar diyenler olabilir, baya diyenler olabilir ama yoo son derece mantıklı diyen olur mu, olmaz. -araya giren cızırtı sesi- demeyin ki bu adam okuyucusunu çok iyi tanıyor da bilmem şöyle de böyle. çünkü -birtakım jestlerle desteklenmiş çünkü saldırısı, son darbedir.

ben de izninizle yukarda "yazar ne demek istemiş?" isimli bölümü yazanla ilgili kısa birşey söylemek isterim. arkadaşım çünküyle cümle bitirmişin yahu, yaptığın türk edebi hayatında bir devrimdir, olmadı devrim arabasıdır.


















liverpool ile ilgili not: olum stiiv seni blogun baştacı ettik gitmişiniz bu sene felaket seyreden totenhama yenilmişiniz. takımına sahip çık emi stiiv, chelsea'nin farkında mısın?