La passion de Jeanne d'Arc

  • 0

sıradaki filmimiz, Jeanne d'Arc'ın çilesi. efendiler benim için yeni bir deneyim olması sebebiylen özel bir filmdir bu. ona göre bu film hakkındaki ileride yapacağınız yorumlarda ayağınızı denk alın. şöyle ki bünyemde sessiz film izlemeye dair bilgi kırıntısına rastlanmıyordu. ta ki bu filme kadar.

film makyajsız çekilmiş, anlatılmak istenenin büyük oranda mimiklerle anlatılmaya çabalanmış. oyuncular da böyle olunca istenilen başarılabilinmiş. -nerde o eski oyuncular- hele başroldeki hanımefendi mükemmele yakın oyunculuk göstermiş bana kalırsa. filmde sadece ara ara giren yazılarla hikayenin seslendirilmesi zorlayıcıydı ancak daha önceden jeanne d'arc efsanesine dair bilgim olduğundan kavramakta fazla zorlanmayınca filmi. keyifli bir seyir oldu benim için bu sessiz sedasız film.

A Film with Me in It


işte bu seneki istanbul film festivalinin en beğendiğim filmi. a Film with me In it. efenim daha önceleri çeşitli mecraalarda -radyo olsun tv olsun- britanya adası sakinlerinin aksanıyla, o ruh halini -yenik tipler- yansıtan filmler yapılınca tadından yenmediğini defalarca tekrarlamış, bu ekole ayrı bir isim verilmesi gerektiği yönündeki düşüncelerimi belli etmiştim. işte bu da cuk diye bu tanıma giren filmlerdendir sayın kırca. demem odur ki beğenmesem ayıp olurdu irlandalı yönetmen abimize.

böyle eğlenceli filmler hakkında uzun laflar söyleyemek , şunu anlatıyor derdi şudur gibisinden cümleler kurmak şöyle dursun herhangi bir kelam etmek istemiyorum. sadece böylesi zeki mizah/kara mizah her neyse filmleri -hele ki bu aksanla- izlemeniz gerektiği kanısındayım. paylaşım ne güne duruyor değil mi. iyi seyirler.

$9.99

Aşağıda demiş idim araya kapama çalşmalarına başlayacağım diye, meyvelerini vermeye başladı işte. hedef, $9.99. aldığım değerli bir tavsiye üzerine film festivalinde izledim filmimiz $9.99'u. ilk başta gözardı ettiğim filmlerdendi kendisi stop motion olması sebebiylen ancak fragmanını da izleyince filmi izleme ilgisi doğdu içimde. netekim sevinç dalgalarıyla aldım rexx sinemasından biletimi.

film günü gelip de lenslerimi takmayı unutunca ve bunun üstüne de koltuğumun en arka sırada olması denk gelince umutsuz duygular içersine girmedim değil. film öncesi yaptığım son dakka atağıyla geçtiğim ara sıralarda bile altyazıları okuyamayınca gözlerimi kısmaktan vazgeçtim, cesur bir hamleyle ingilizceyi anlayıp da konuşamayanlardan olduğumdan anlamaya çabalama eylemine yatay geçiş yaptım. film sonrası tetkiklerimde de gördüğüm kadaıyla çoğu espriyi de anlayabilmişim. sevindim yahu.

şimdi neler anladığımı filmdeki alt metinleri tane tane güzel türkçemizle anlatmak isterdim de bana ayrılan yer dar be okuyucu. film hayat üstüne neden varız ve buradayız? benzeri karmaşık sorularımıza kendi cevabını veriyor desem olmaz mı. çok ağdalı ifadeler de kullanmıyor bunu yaparken aksine gayet sade bir anlatım var filmde, benim sevdiğim üzere. Oyunculuktan bahsetmek imkanı olmasa da Geoffrey Rush'ın seslendirdiği Angel karakterine hayran kaldığımı söyliyebilirim filme dair ek notlarım içinde. bir de filmi izlerken çekimdeki detaylara dikkat edin derim. emeğe saygı di mi. işte izlemek isteyebileceğiniz bir filmin daha sonuna geldik, iyi seyirler!

Ara

Selam beyler ve bayanlar, okuyucular. malumunuz olduğu üzere kısa bir süredir gerek ekonomik kriz ve piyasalardaki durgunluk gerekse yaşadığım tembellik sendromu nedeniyle bu güzide mecraya yazmayı aksatıyorum. Ancak o gün geldi ki artık aradaki farkı kapatma çabalamaların başlıyorum. gerek bitmiş istanbul film festivali dahili ve harici izlediğim filmleri gerek gezdiklerimi gördüklerimi gerekse uydurduklarımı hızla sanallığa kavuşturmaya çabalayacağım. dı nı nı kapılar kapanacak binmeyen kalmasın!

Stumble

  • 0


yaklaşık üç senedir severek sayarak kullandığım ordan oraya zıplama olanağı sunan siteyi takdim ediyorum size. ve bununla da yetinmeyip tavsiye ediyorum.

http://www.stumbleupon.com/
  • 0


* mutsuzluktan söz etmek istiyorum
dikey ve yatay mutsuzluktan
mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor
...

turgut uyar













Otobüs

  • 0
saat 08:20. kahramanımız elini yüzünü yıkamış, dişlerini fırçalamış, yeni aldığı ithal parfümden üç fıs boynuna
bir fıs da tişörtüne sıkmış. yani sabah hazırlığı tamam. şimdi maillerini kontrol ediyor. Servis uzaklaşalı yarım saat
oldu.

Ahmet birazdan evden çıkıp otobüse binecek, inecek, sonra bir tanesine daha binecek ve tüm bu yolculuk süresi boyunca aklında "acaba kimse birşey der mi" düşüncesi olacak. sonra bu kadarıyla yetinmeyip birinin kendisi üzerine oynaması
ihtimali dahilinde vereceği cevap seçeneklerini düşünecek.

-siz de bu yazının, bir bankanın kredi kartı reklamı senaryosuna bağlanacağı hissine kapıldınız mı? Sanki birazdan "sal kendini ahmedim atla uçağa hem bak 72 taksit yapıyoruz, git tahitiye". "gir mavi ciinse bir kot al kendine." benzeri gaz sözler sarfedeceğim. ama öyle değil işte. gününün en büyük eğlencesi iki petibör arasına koyduğu taze kavrulmuş lokumu yemek olacak olan böyle bir kahramana atla uçağa git tahitiye diyemezsiniz dostlarım. diyemezsiniz.

işte çıkıyor evden, çöp poşetini yine içerde unuttu. çöpün kokusu artık mutafağı sarmıştı halbu ki, öte yandan işe de daha fazla geç kalamazdı. iki kere kilitliyor kapıyı, her zamanki gibi.

sıkıldınız mı, sıkılmayın. ahmet'i böyle sıkıcı bellemenizi istemem. onun da küçük oyunları var oynadığı.
mesela evden çıktı ya hani az önce. internetten otobüsün kalkış saatine bakabileceği halde bakmadı. zamanlamayı şansa bıraktı, böylece gittiğinde az bir bekleyiş süresiyle otobüs gelirse sevinecek hele bir de oturacak yer bulursa değmeyin keyfine. bir flaşbek yapalım dostlar hazır eğlenmeye başlamışken. nasıl renkli bir hayatı olduğuna dair üniversite günlerinden bir alıntı sunayım sizlere. üniversitenin ilk senesi. aslında bu ikinci üniversitesi o zaman şöyle diyelim, ikinci üniversitesinin ilk senesi. arkadaşlarıyla beraber türkiye piyasasına yeni girmiş repli raklı müziğin yerli temsilcilerinden birinin konserinde. böyle ortamlarda doğal karşılanacak bir kız erkek bakışmasından sonra kızın yanına yaklaşıyor. telefonuna bir mesaj yazıyor ve kıza okutuyor.
herhalde kızın gözlerinin çok güzel olduğunu söylüyordur bilemiyorum. cevap için fazla beklemiyor, ne yazık ki olumsuz. ama üzülmek yok ne demişler dene yenil, bir daha dene bir daha yenil. ya da öyle birşey.

tekrar şimdiki zamana dönbiliriz. ahmet binmiş bile otobüse, her zaman yaptığı gibi duraklardan binen güzel kız sayılarına göre yerlerin yalanılabilirlik endekslerini hazırlıyor. şimdiki sorun büyük şehrin bir gerçeği. trafik. saat 08:40 oldu bile.



to be continued...

Yan kı

  • 0
**bilgilendirme
deja vu demek, ilk defa yaşadığın bir olayı daha önce yaşamış hissine bürünmektir ya hani. yani en azından paris sorbonne üniversitesinin bu kavram için oluşturduğu tanım bu. sıradaki hıkayemiz de bu tanımdan hareketle oluşturulmuş bir gerçek yaşam kesitidir.
bilgilendirme**

geçenlerde yine kadıköyde fink atarkene - hani şu nato karşıtı gençlerin 60 sene yeter, nato dağılsın temennili eyleminin olduğu gün- umut sarıkaya'nın bir karikatürüne deja vu oldum.

tam olaya girmeden şunu da söyliyeyim ki nato karşıtı bir eyleme katılmayıp mavi hapı seçen, seyirci kalan kendimi kınıyorum efendiler. kapitali gördün aktivistliğini kaybettin nerde o 68 pehey denilebilir ancak demeyin öyle netekim solun o birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğu şu günlerde yapılmaz bu. hoşgörün. haydin devam.

öğleden sonranın ilk saatlerindeyiz. boğadan bahariyeye girmiş dükkanlara bakaaa baka ilerliyorum bi an dükkandaki yansımada bir kafa dikkatimi çekti. öyle bir kafaydi ki o, hani bir zamanların orta halli sit comu kerem ile aslı vardı ya, orda kerem'in yakın arkadaşı olan çılgın genci oynayan adamın kafası. ciddi ciddi yanımdan geçti elinde cep telefonu, ayağında pantolonu yürüyordu. -ayağında pantolonu diyerek yazar hangi söz sanatını yapmış bilin bakalım- hiç böyle aman tanınmayım diye gözlük takmaca, şapkayla yüzü örtmece aktivitelerine de girmemişti ki kendimi ünlü görmüş olmanın haz havuzuna bırakayım. gözüm bi yerden ısırıyor ama nerden moduna girmeni hep engeller bu insanlar. bu arada teoman'ın x. albümünün y.şarkısı olan istasyon insanlarına referansta bulunmak isterim. bir kar tanesi olsan yemekteyiz yarışmasına katılsan be teoman. he be teoman nerdesin olm sen bi varsın bi yoksun.

neyse ney efenim konumuza dönelim, günün ilerleyen saatlerinde tam ellerinde rengarenk pankartlarıyla gençlerimiz meydanları arabalara terk ederken, güneş hafif yan yatmaya başlamışken onu gördüm karşımdaki masada. annemle devamlı üstüne fikir teatrisinde bulunduğumuz, çarşam akşamlarının vazgeçilmezi yaprak dökümü dizisinin belki yükte hafif ama pahada ağır mı ağır karakterini ,tam ismini hatırlayamadım biz ona katır diyelim, gördüm. o ucu kıvrık bıyıklarıyla oturmuş sanki bizden biri gibi çorbasını içiyordu ki, uzaklaştım ordan.

Hayat

  • 0
saat 7:20. aynen bir pazartesi,bir çarşamba veya bir cuma günü gibi bu gün de telefonun alarmı aynı volüm/titreşim birlikteliğinde çalıyor. kahramanımız ahmet bu sefer diğer günlerden farklı olarak kolayca uyanamadı. belki önceki gece mesaiye kaldığından kendine biraz daha uyuma hakkı verecek. belki facebookda tanıştığı kıza anlattığı yeni santana olma hayalini kuruyor kafasında ve uyanmak istemiyor rüyalar aleminden. ahmeti önemsemediğimden değil ama nedeni farketmez, gözleri kapalı bir şekilde masanın ucuna kadar gelen telefonu erteliyor. aynen hayallerini ertelediği gibi ama telefon bir daha çalıyor ve bu sefer uyanmalı. hayallerinden gerçeğe, gerçeği hayallerine çevirebilmek için. ama bilmediği birşey var ki öykünün sonu çktan yazıldı.

eveet edebiyat derslerinin yüce öğretilerinden biri olan giriş/gelişme/sonuç üçlüsünün giriş kısmını geçiştirdim. nasıl girişin sonuna doğru bulduğum vurucu kelime öbeğini beğendin mi, sence de çok git kendini çok sevdirmedenvari değil mi?

şimdiii öuküyü giriş kısmında ipuçlarını gördüğünüz yönde -ama şaşırtmaçlarla da bezeli şekilde- daha da ayrıntılandıracağım. korkmayın kafanızda cevapsız hiçbir soru kalmayacak anlatılanlarla ilgili hatta iddia ediyorum kafanızda cevapsızı geçtim hiçbir soru olmıyacak. o kadar iddialıyım dostlarım. ama o kadar da tembelim ki biraz da ortamı heyecanlandırmak adına gelişme kısmını arkası yarına bırakıyorum..


0bama

  • 0
malumunuz amerikalardan obama geldi ülkemize. kendisi hakkında kişisel görüşlerim nötr. ancak çevreme, otobüsteki tokio hotel bileklikli delikanlı ile başörtülü kızın konuşmalarına,
televizyona, chpnin/akpnin/mhpnin temsilcilerinin gözlerindeki ışıl ışıllığa,
internette, gazetelerin okuyucu yorumlarında kendisi için sarfedilen sıfatlara
bakıyorum da nası sevilen adammışın be obama. sayende dersten de erken çıktık yollar tıkanır da karşılarda kalırız deyü.



ben derim ki gitme olm lan. kal burda seni kaan kuralla, murat kosovanın yanına nba stüdyoya yorumcu olarak koyalım hido de memo de playoff de. michelle ile çocukları da getittir, istanbulun yükselen yıldızı kartalda bi ev al kendine. hem bak kartal belediyeyi de chp aldı rahat rahat içebilirsin artık sahilde. güzel osmancık pirinci satan bi yer var çarşıda ordan ekonomik paketlerden alsanız iki üç ay yeter size. seni de etkilemek istemem ama gitmeden iyi bi düşün derim ussain. sağlıcakla kalm.

Watchmen Intro

  • 0


Watchmen, hem 2009 yılında izlediğim filmler içinde, hem de tüm zamanlarda izlediğim çizgi roman uyarlaması filmler listemde üstlerde yerini aldı. kısacası beğendiğim bi film bu. ancak özellikle intro kısmını filmin geri kalanından iki kat daha fazla beğendim. işte bu nedenle de gereksiz bir post daha atayım bloguma dedim.

hani belki izleyememiş olanlar, çizgi roman uyarlamalarını çocukça bulup olur mu öyle saçma şey diyip izlemeyecek ve bob dylan'dan habersiz olanlar -nasıl bir kesişim kümesi bu- o introda çalan şarkıyı dinlediğine memnun olurlar. huh ne biçim de cümle oldu, haydi dinleyin.

Control Alt Delete

istanbul film festivali başladı malumunuz. ben de kendi meşrebime uygun bir filmle başladım takibe.



control alt delete isimli filmimiz isminden de çağrıştırdığı üzere bilgisayarlı yaşama dair bir film. film geyik muhabbetinden daha fazlasını vaadetmiyor ancak bilişim sektöründeyseniz -veya değilseniz bile- çok eğlenceli gelebilecek sahneler vaat ediyor. çok derin bir hikayesi yok filmin ancak tek cümleyle spoiler vermeden anlatmaya çalışırsam eğer hikaye şöyle. 2000 öncesi y2k -millennium öncesi bilgisayarda sapıtma yaşanacağı öngörülen ama gerçekleşmeyen problem- nedeniyle üzerine ekstra yük düşen pornografi saplantılı koder bi arkadaşın yaşadığı bunalımı anlatan filmdir bu. bu arkadaşın hikayesi çevresinde diğer ITci elemanların ve tabii ki yöneticinin konuşmalarıyla da eğlendirici bir gelmiş festivale. iyi seyir.

Milk

  • 0


1024x768 film festivalimin kapanış filmi Milk olduydu, bir iki kelam edeyim burda da. Filmin içine belşegeselvari görüntülerin yedirilmesi beğenimi arttırdı diyebilirim. salt hikaye bakımından da ilgi çekici olmasıyla izlenebilecek bir film milk. amma velakin filmi üste taşıyan james franco ve sean penn'in oyunculukları oluyor. birkaç yerde de okudum, -okudum dediysem guardian,new york timesdan değil postadan, gözcüden okudum- sean penn gibi bir oyuncunun böyle bir rolde oynaması -kadir inanırın etek giymesi gibi bişey bu- enteresan benim için de. james franco ise spider man'deki yeşil cini oynayan eleman değil mi bu muhabbetini aştı benim için bu filmle. bundan önce yine kendisinin oynadığı Pineapple Expressde de çok beğenmiştim kendisini.

bir de spoiler vereyim ilersine dair; gelecek sene önümüze düşmesi beklenen Howl'da Allen Ginsberg'i oynayacak imiş beyimiz. takipteyiz.

Filmin hikayesinin geçtiği san francisco şehri de hem zamanında beat kuşağına -hippilere- ev sahipliği yapmış olmasıyla, abd de özgürlüklere en çok yol veren şehir olmasıyla ilgimi celbetmeye devam ediyor. zamanında da istanbul'a en çok benzeyen şehir -amerikada- demiştim kendisi için, arkasındayım.

Haydin san francisco, istanbul eşitliğini sağladın diyelim ılgın neresi o zaman diye sordu. hemen içler dışlar çarpımımı yaptım çıkan socuç texas/odessa.
sağ ol var ol heroes!

heh milk diyordum he mi, evet güzel film. izleyin izlettirin. izlerken dış çekimlere de biraz dikkat edin. film bitince de sakın ben de fotoğrafçı olcam diye tutturmayın. iyi seyirler!

Islı

  • 0
günlerden ekinokstu yaşı otuza dayanmıştı başkahramanımızın \
dününün bugününden, bugününün yarınından tek farkı günlerin uzayıp kısalmasıydı hayatında \
o da "dünyaaa dönüyor sen ne dersen de günler uzuyor/kısalıyor farketmesen de" şarkısında söylendiği gibi kendiliğindendi \
uzun boylu ama kamburdu biraz, annesi o kadar demişti oysa ki düz otur kamburun çıkar diye \
istiklal'de o kalabalığın içinde yürürken bile, güzel kızla çarpışıp kitaplarını düşüremeyendi \
genelde kalabalık konuşmalara girmekten çekinen, çekilmediği zaman da itilendi\
kendini en çok tren garlarının o ferah o yalnız salonlarında rahat hissederdi, okuduğu kitaplardaki yan karakterler gibi \
hayatının en büyük macerası arkadaşlarıyla sabahladığı geceydi \
geceden arta kalan ise kafasını koltuğun kenarına vurunca çıkan "tak" sesiydi \
belki de o geceden kalan bir travmadandır, seçimlerde oy kullanacak iyimserliğe, o grupdaşlık ruhuna sahip olamamıştı hiç \
burda başkahramanımız için çok önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim \
diğer bütün konularda kendini sıradan ve yalnız hisserken, sadece ama sadece bu konuda farklı hissederdi kendini tümünden \
ama şansa bakın ki gene yalnızdı \
biraz başa saralım \
kışların soğuk ve karlı yazların sıcak ve kurak olduğu iklimlerden, kırkikindi yağmurlarının yaşandığı topraklarda yaşamıştı daha önce \
küçükken çok tatlıydı annesinin demesine bakılırsa, saçları sarı lüle lüleymiş her nasılsa \
yıllar geçtikçe kendini anadoludaki bi anadolu lisesinde "ben nasıl büyük adam olucam" şarkısının çıkışını beklerken buldu kendini \
saçları siyaha dönmüş, alabulus formatta kesilmiş, elinde stephen king'in bir kitabı \
üçüncü dünya savaşı çıksa kimle kimler anı saflarda olurun komplo teorilerini yürütüyordu sıra arkadaşıyla, ders edebiyattı \
failatün failatün ve biraz ileri saralım \
gece saat on'da ismi mavi, rengi mavi olmayan bir trenin sigara içilmeyen vagonunda okuduğu kitabın hayatını değiştireceğini sanırken acınacak haldeydi \
ama yolculuk yeni başlıyordu. \

Sesli Düşünüyorum : Olmak

eveet. uzun zamandır yazmayışımın da bir gün sonu gelecekti. netekim de o gün bugün oldu. yoktum da neler yaptım dünyayı mı dolaştım, dünyanın dört bir yanındaki blogları inceleyip kendi blogosferime yeni bir şeyler mi kattım. yok. çok çok kitaplar okuyup, filmler izleyip kendime kaynak biriktirdim desem o da değil.

demem o ki merak ettiğin kadar ilginç şeyler olmadı hayatımda. en son şunu hatırlıyorum; sıcak bir pazar günüydü güneşin kendini göstermesiyle kendimi dışarı atmaktan alıkoyamadım. sahile indim, biri akdeniz akşamlarını çığırır da ortam oluşur, dahil olurum ümidiyle. olmadı eve döndüm, dönerken de bim taklidi mağazaların birinden erzak aldım kendime.

serde seçim heyecanı var ya cipsimi kolamı aldım tevenin başına kuruldum, yer yer telefon bağlantıları mı dersin, seçim öncesi anketlerimi oluşan renkli türkiye haritasıyla karşılaştırmak mı dersin neler neler. şu parti senin öbürü onun türki siyasetini izledim saatler boyu. konyanın jeolojik önemi en yüksek -şöyleki konyanın kaplıcalarıyla kendini dünyaya tanıtmış ilçesi gelin görün ki deprem tehlikesinin en çok hissedildiği karasal ilçelerindendir- ilçesi ılgına -ılgın temsilcime- bağlandım ilerleyen saatlerde. oy sayımlarının erkenden bittiğini, ılgının önde gelenlerini de arkasına alan halil ibrahim oral'ın yeni dönemde hizmetimizde olduğunu öğrendim. içim rahatladı, içim rahatlayınca bi huzur çöktü bana göz kapaklarım kapanıyoordu ki uyumuşum.

ta ki bugüne kadar.

bugünün diğer günlerden farklı olacağını hissetmiştim. hava sanki sıcak gibi parlıyor ama rüzgar üşütüyordu. ben ise baharın gelişine kanmış kışlık kalın kitaplarımı kaldırmıştım. henüz olacaklardan haberim yoktu, gebze üstlerinden kara bulutlar geliyordu şirin ilçemize.