• 0
kafama bu akşam haberlerini sunan spikerlerin - artık bunlara enkırmen\enkırvumaaan mı denir bilemem - oturdukları sandalyeler takıldı da, bakıyorum atv akşam haberlerini sunan hanfendi yazlıktan kendi koltuğunu getirmiş rahatçana yayılmış.. ne biçim haber sunuşudur ne biçim gündem göstergecidir bu efenim şimdi sen desen ki kamerunlu futbolcu etu fener'e geliyormuş yine dikkatimi çekemezsin benim gözüm senin koltuğunda.. atv, ntv'nin güzellerinden banu güven'i ana habere çıkarmak için teklif yapmış ya hani geçenlerde acaba diyorum ona vercekleri parayı ekipmana mı ayırdılar ikea'dan sandalye, koltuk takımı, kalem kutusu felan mı aldılar..

konuyla oldukça alakasız da olsa belirtmek isterim daha önceleri radikal iki'de bilinçsizce - isim ünvan bilmeden - okuduğum Ayşe Hür'ün taraf gastesindeki yazılarını okumakta fayda var diye düşünüyorum, tarihi bir atlılar geliyorduuuuuuu, çocuklar kadınlar kaçışıyordu amaaa yüce askerimiz kahramanca çarpışmaya devam ediyordu ağzıyla çılgın türklerden okumak bir de diğer yol var.. işte anladın sen mavi hap kırmızı hap mevzuu..

bu aralar kimi beğenerek okuyorum molasından sonra iş hayatına atılmadan - bazılarına göre iş adamı olmadan, ciddiyet hayatına girmeden - önceki şu sayılı zamanlarımın bir patlamış mısır bir pasta bir börek taksimleri şeklinde okuyarak, yayılarak geçiyor olması beni önümdeki kısa vadeli gelecekte nasıl bir depresif havaya sürükler bilemiyorum ama içten içe çekiniyorum..

  • 0
evet bu da oldu Thevenin grubunun nev-i şahsına münhasır bass gitaristi Anthony Moore, giderek yükselen kariyerinde mükemmel bir performans sergilediği yıldızlar şehri Los Angeles'dan alkışlarla ayrıldı.. ahan da kanıtı;




*bana tarafsız varoluşçu can sıkıntısı ver.
...
bana başa çıkma mekanizması olarak başıboş entelektüalizm ver.
...
bana başa çıkma mekanizması olarak başıboş entelektüalizm verbana kendini yiyip bitiren egosantrik boş laflar ver.
...
bana erişkin hayatımın son safhalarının revizyonunu ver.
...

Chuck Palahniuk

gece yarısını enstantane geçe


kulağıma devamlı sesi gelen radyo istasyonundan mütevellit son zamanlarda dilimde muratoğlu peyniiir yiyiiinizzden, söyleeee söyleeeeee can dostun kim.. mitsubişşii fuso kantere uzanana bir repertuar dolanıyor.. şimdilik bi elim klavyede diğer elimde fareyi kablosundan tutmuş halay başı özentisi bir şekilde sallarken hoş bir enstantane* oluşturuyor olabilirim ama günlük öğünlerin salata menüleri olduğu, starbox kahvesi olmadan yaşayamayanlar arasında repo faizleri konuşurken söyleeee söyleee can dostun kiiiim diye çıkışırım diye çok korkuyorum be blok..



*enstantane ya işte hani bu siyah beyaz çekilince ayrı bi havası olan, hayatın keşmekeşinden çekilip alınmış hüzünlü bir kare izlenimi veren şey..

  • 1

yeni film senaryosu düşüncemin temeli vagonu taşıyan tren geliyor ben de bekliyorum oralarda buralarda bir yerlerde gelsin de götürsün bişeyleri ya da getirsin birilerini diye..

zırvalama sekans*sı

şu gün polat plaza lokasyonumuzda sözleşme imzalanmasını gerçekleştiriyor olacağız, birazdan beraber bir takım belgeleri dolduruyor olacağız, evet şimdi bu belgeyi doldurduysak diğer belgeyi dolduruyor olalım..

insanın kaynağını yönetmeye meraklı bu plaza insanı tarafından yapılan sürüp giden bu gelecek kipli konuşmalara daha ne kadar dayanabilirim bilmiyordum .. sözlerden daha açık olur düşüncesiyle bir takım hareketler yapmak istedim, kolumun altından küçük bir nah ucu göstermek istedim ama tabi ki sonuçta bunların hiçbirisi gerçekleşmedi ve çılgın hayal gücümde gülüp eğlendiğim anlar olarak kaldılar, hatta o zırva sözlerle aylık tam tamına 8 ytl mi de dandik kültürel organizasyonlar için gasp etmelerine izin verdim.. o an kendimi tam olarak bir gün kalkıp böceğe dönüşen gregor samsa gibi mi hissettim emin değilim ama yakın duygulardı yaşadıklarım hiç şüphesiz..

hayatım rahatsız olduğum - aslında ben kendim rahatsız bir insanım belli ki - üç insan tipiyle ; birisi kendinden son derece emin konuşan, son derece yerinde -eminim sadece bana aptalca gelen- espriler yapan takım elbiseli yeni okul bitirmiş adam, diğer yanımda tanıdık vasıtasıyla işi ele başlayacak şık giyimli, karşımdaki plaza insanıyla rahat ilişkisiyle göz dolduran daha önceden tecrübeli kişisi ve karşımda da devamlı gelecek kipte konuşan eminim sırf böyle konuşabilmek için bile özel seminerlere katılıp kişisel gelişim kitapları okumuş günümüz modern dünyasının düz olduğuna inanan yılların tecrübelisi plaza insanı -plaza anası- arasında kendimi bermuda şortumla tişörtümü giymiş hissettim tam tamına 45 dakika boyunca -neler çektiğimi anlatmanın daha somut bir tarifini bulamıyorum şu an- tam boğulmak üzereydim ki o sonu gelmez form doldurma işlemleri sona erebildi.. ben de elimde şirket tanıtımı, bir takım etik kurallar yazan okunması gereken belgeler ve büyük boy akciğer röntgeni ile kalakaldım dört bir yanı plazalar , koccaaman alışveriş merkezleriyle bezenmiş semtte.. hemen buraya yakışmadığımın farkına varıp uzaklaşmak istedim tabii ki ama hemen gerçekleştiremedim yer bulma konusunda -gps taktırmak istiyorum- yaşadığım tipik zorluklar nedeniyle karşının otobüsünün geçeceği durağı.. bir vakit ordan oraya dolandım da sonunda yetişebildi kadıköyünün otobüsü imdadıma.


tamam anlıyorum bazı gerçekler var; iş yaşamı zordur, serttir, orda köpekbalıklarıyle yüzersin - swimming with sharks - buna alışmam gerekir ama şunu da biliyorum ki bu kariyerin yürüyen merdiveni bana uygun değil , prim usülü yaşamaksa hiç bana gelmez - e ne yapacaksın uyum sağla yoksa şunu bil ki doğal seleksiyon demeyin, bu nedenlerle ve çok daha fazlasıyla en kısa zamanda kendi el merdivenimde çıkabilmek ümidiyle yazıyorum bu yazıyı..



selamlar levent her kaçıncıysan artık..

not: sekans kelimesini benim de birşey bildiğim belli olsun diye kondurdum oraya bir nevi sarıkaya göndermesi denilebilir belki..
  • 0



kara gün dostları isimli filmimin başrol oyuncu seçimlerini şu iki gün içinde gerçekleştirdim..





yakında tüm hayatımda...

evet sonunda bu da oldu.. şurda demişim ki yok efenim aklımdan geçen orjinal bi senaryo fikri var umarım gerçekleştirebilecek geleceğim olur diye içimden geçirmişim ama bakıyorum da hollywood durmuyor ben dursam da olduğum yerde.. neyse ki fikrimin yeterli orjinallikte olmaması - f. scott fitzgerald'ın aynı konulu kitabından uyarlanıyormuş film - yüreğime su serpti ama bi yandan da herşey düşünülmüş oğlum orjinal herşey bulunmuş hakkaten bana tek kalan The Curious Case of Benjamin Button 2'yi çekmek olur olsa olsa şeklinde bir düşünce iletildi nöronlarımdan.. ilgili filme göz atmak için bu yandan buyurun...

bir arada

  • 0
*beş arkadaşız, günün birinde bir evden art arda çıktık dışarı. ilkin birimiz çıktı ve kapının yanıbaşına gidip durdu; sonra ikincimiz çıktı, daha doğrusu tıpkı bir civa kabarcığı gibi çevik ve hafif kayarak geldi, birincinin uzağında sayılmayacak bir yere dikildi; sonra üçüncümüz, daha sonra dördüncümüz onun arkasından beşincimiz çıktı. derken hepimiz bir dizi yaparak dikilmeye başladık. herkesin dikkati bize çevrildi ve bizi gösterip dediler ki: “bu beş kişi var ya, şimdi evden çıktı!” işte o gün bugün bir arada bulunuyoruz, hani boyuna bir altıncımız aramıza karışmak istemese gül gibi de yaşayıp gideceğiz; bize bir şey yaptığı yok, ama hoşlanmıyoruz kendisinden, bu kadarı de yeter sanırım; istenmediği bir yere ne diye ille gireceğim diye uğraşıyor hep. onu tanıyıp etmiyor ve aramıza da almak istemiyoruz. hani biz beşimizin de eskiden tanımıyorduk birbirimizi ve denebilir ki şimdi de tanıyor değiliz; ama biz beşimiz için mümkün olan, hoş görülen şey onca mümkün değil ve hoş görülmüyor. kaldı ki beş kişiyiz, altı olmak istemiyoruz. hem zaten canım, bu boyuna birarada oluşun anlamı ne? biz beşimiz için de bir anlamı yok ya, işte bir kez bir araya gelmişiz ve öylece kalıyoruz, ama deneyimlerimize bakarak yeni bir birleşme de istemiyoruz. gelgelelim, bütün bunları o altıncıya nasıl anlatırsın; uzun boylu açıklamalara kalmak kendisinir bir bakıma aramıza almak olur, biz de en iyisi bir açıklamada bulunmuyor, onu da aramıza almıyoruz. istediği kadar dudaklarını sarkıtsın, bir dirsek vuruşuyla yanımızdan itip uzaklaştırıyoruz; ama ne kadar uzaklaştırsak, gene çıkıp geliyor.

franz kafka
  • 0
artık böyle bir takım
yok...

açıklama: çocukluğumun takımı artık yok imiş taşınıyormuş organizasyon oklohoma city'e.. aklıma shawn kemp düştü seattle deyince baktım oğlu varmış university of washington'da oynuyormuş kendi halinde



bugün miyobuma tıbbın farkındalığının ilk günü


kutlamalar başlasın...
iki film izledim ya hani bi kaç gün içinde hani ikisinde de bir ailenin çöküşüyle birlikte gelen beraberlik anlatılıyordu ya hani.. hah işte onlardan birinde her oynadığı filmde olduğu gibi philip seymour hoffman diğerinde de steve carell gözüme hoş göründü neden birisi bertolt brecht diğeri marcel proust referansları ve ilgileri içerdiğinden mi ?

belki.

ama iki film sayesinde de - ki bunlardan birisi the savages diğeri de little miss sunshine'dır - biraz araştırmayla iki yazar hakkında bişeyler okuyabildim hemen de okumuşluğumu bu 2020 yılında yok olacağına dair söylentiler dolaşan bloga yansıttım.. ne diyeyim.. hayırlısı..

bu arada neymiş bu aile filmleri yahu ne yana dönsem aileler çökme noktasına geliyor hop tam dibe vuracakkene bum sarılıyorlar birbirlerine..

nietzsche'nin bıyıklarına selamlar..
*madem iyisin
anladık iyisin,
ama neye yarıyor iyiliğin.

seni kimse satın alamaz,
eve düşen yıldırım da
satın alınmaz
anladık dediğin dedik,
ama dediğin ne?
doğrusun, söylersin düşündüğünü,
ama düşündüğün ne?
yüreklisin,
kime karşı?
akıllısın,
yararı kime?
gözetmezsin kendi çıkarını,
peki gözettiğin kimin ki?
dostluğuna diyecek yok ya,
dostların kimler?

şimdi bizi iyi dinle:
düşmanımızsın sen bizim
dikeceğiz seni bir duvarın dibine
ama madem bir sürü iyi yönün var
dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni
sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa.

bertolt brecht