Bu yazıda, bunca yıldır bize öğretilen “Devletin her şeye gücü yeter” ya da “Devlete karşı boynumuz kıldan ince” düşüncelerinin nereden kaynaklandığını, bu ‘kut’lu gücü kimden aldığını, insanlara nasıl bu kadar yabancılaştığını inceleyeceğiz ve de bu soruna karşı Marksist bir çözüm sunacağız. Devletin temel özellikleri ile başlayalım.
Devlet kurumunun, zaman içinde değişmeyen, yani bir başka deyişle devletin olmazsa olmaz niteliği, otoritesi altında bulundurduğu toplumsal sistemi yeniden üretmektir. Devletin varlık nedeni ve temel işlevi mevcut sosyo-politik düzeni sürdürmektir ve bunun için de toplumsal açıdan güç ve şiddet kullanma tekelini elinde bulundurmaktadır.
Devletin otoritesi altındaki toplumsal sistemi yeniden üretme işlevi modern devlet öncesi devlet tipleri için de geçerlidir. Bu tür devletlerin temel işlevi tarımsal artığın toplumsal katmanlar arasında belli bir biçimde paylaştırılmasıdır. Devletin bu işlevi toplum tarafından meşru kabul edilmektedir. Toplumda insan ilişkileri ve davranışlar belli yasalara, gelenek ve toplumsal değerlere göre biçimlenmektedir. Geleneksel toplumlarda sözü edilen belirleyici kuralların tümü dinsel içeriklidir. Böyle bir toplumsal sistemi yeniden üretmek için devlet kurumu da aynı biçimde dinsel kökenli olmak zorundadır, yani meşruiyet anlayışı tanrısal bir emre dayandırılmış bulunmaktadır. Devlete karşı gelmek, siyasi otoriteye meydan okumak tanrının emirlerine karşı gelmek ile eş tutulmaktadır.
Günümüz modern devletinde ise bu ilişkiler doğal hukuk tarafından düzenlenmeye çalışılmıştır. Doğal hukuk insanlar arası ilişki ve etkileşimi düzenleyen kuralların akla dayanması gerektiğini kabul etmektedir. Kuşkusuz doğal hukuk anlayışı, din ya da tanrı düşüncesini yadsımamaktadır. Ancak bu hukuk anlayışının kuramcıları, tanrının insana akıl ve mantık verdiğini, bu nedenle akla ve mantığa uygun olmayan kuralların tanrının isteklerine de uymayacağını ileri sürmüşlerdir. Böylece kendi burjuva hukuk kurallarını topluma kabul ettirmişlerdir. “Hukukun üstünlüğü” kuralı önemli değildir burjuva için; “üstünlerin hukuku” kuralı daha “akla uygun”dur.
Sonuç olarak devlet, sınıf karşıtlıklarını frenleme gereksiniminden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortasında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, ekonomik bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir.
Peki bu asalak devlet aygıtını ortadan kaldırmak için ne yapılmalıdır? Burada şu iki kavram karşımıza gelir: Devletin Sönmesi ve Zora Dayanan Devrim.
Proleterya devlet iktidarını ele geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür. Bunu yapmakla, proleterya olarak kendi kendini ortadan kaldırır. Bütün sınıf ayrımlarını ve karşıtlıklarını ve aynı biçimde devlet olarak devleti de ortadan kaldırır. Devlet sonunda gerçekten tüm toplumun temsilcisi durumuna geldiği zaman, kendi kendini gereksiz kılar. Baskı altında tutacak hiçbir toplumsal sınıf kalmayınca, sınıf egemenliği ve üretimdeki güncel anarşi üzerine kurulu bireysel yaşama savaşımı ile birlikte, bunlardan doğan çatışma ve aşırılıklar da ortadan kalkınca, artık baskı altında tutacak hiçbir şey yok demektir. Böylece devlet sönümlenir.
Burjuva devlet ise sönmez, ortadan kaldırılır. Bu devrimden sonra sönen şey, proleter devlettir. Emekçilerin yalnızca sömürücülerin direnişini bastırmak için, sönmeye başlamış ve sönmeden edemeyecek biçimde kurulmuş bir devlete gereksinimi vardır. Bunu Marx’ın şu üç kuralı yeteri kadar açık bir şekilde anlatır:
1) Sınıfların varlığının, üretimin tarihsel gelişme evrelerinde başka bir şeye bağlı olmaması
2) Sınıflar savaşımının zorunlu olarak proleterya diktatörlüğüne götürmesi
3) Bu diktatörlüğün de bütün sınıfları ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçiş olması
Son olarak da yıkılan burjuva devlet makinesinin önemli kurumlarının, zora dayanan devrim sonrasında nelerle değiştirilmeleri gerektiğini anlatmak gerekir. Devletin halkın sırtında asalak olarak yaşamasına sebep olan iki büyük kurum vardır: Düzenli ordu ve Memurluklar. Bu iki kuruma yapılan bütün harcamalar emekçilerin artı ürünlerinden karşılanır.
İlk olarak düzenli ordu yerine silahlanmış halk birlikleri geçirilmelidir. Tabii ki bu bahsettiğimiz silahlı insanlar, daha önceden hiç silah tutmamış ve teknik bilgiden yoksun insanlar olmayacaklardır. Yapılmak istenen, bugünkü gibi “yan gelip yatan” ayrıcalıklı ve zengin paşaları atıp yerlerine işçi sınıfına hesap veren ve her an görevlerinden alınabilen olanları geçirmektir.
İkinci olarak da tüm memur ücretleri işçi ücretleri düzeyine indirilmelidir. Bu memurlar da işçi sınıfına karşı sorumlu, seçilir ve geri alınır olmalıdır. Böylece yüksek memurluklar kişi için herhangi bir ayrıcalık getirmeyecek hale dönüştürülür. Gerçek demokrasi, fırsat eşitliği ve ucuz hükümet bu şekilde sağlanır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder