İktidara İktidar Olduğu İçin Karşıyım

  • 0



İKTİDAR, çeşitli aygıtlarını kullanarak istikrarlı bir biçimde anlattığı ve kabul ettirdiği doğrularla kendisini ayakta tutar. Oluşturduğu ya da kullanmayı uygun bulduğu bazı doğru kategorilerini bazen bireylerin tek tek, bazen cemaatlerin kabul etmesini sağlayarak kendisini süreklileştirir.

Eğitim, askeriye, cezalandırma sistemi, çalışma hayatı, medya ve daha akla gelebilecek pek çok aygıtla kabul ettirilen veya zaten benimsenmiş olanın yeniden üretildiği bu doğrular iktidarın ayakta kalması için önemlidir. Doğrular zaman içinde değişebilir ama bunun kabullenilmesini sağlamak için işletilen yöntemler, her halükârda iktidarın daha güçlenmesine yaradığı takdirde kullanılır.

İktidarın bu doğruların kabul edilmesi üzerine kendi sürekliliğini sağlaması, onun bu doğrular üzerine kurulduğu anlamına gelmez. Ve zaten öyle de değildir. İktidar doğrularla değil, o doğruları kabul ettirebilme düzeneğiyle ayakta durur. İktidarın temeli, doğrular değil, iktidar uygulamasının kendisidir.

Çalışmanın iyi, tembelliğin kötü olduğu ya da Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girdiğinde hiçbir Bizanslıya zarar vermediği şeklindeki doğruların hiçbirisi iktidar için hayatî önemde değildir. Bunlar belirli bir iktidar formu ya da sömürü ve köleleştirme düzeneği için vazgeçilmez olabilir, ancak iktidar için hayatî olan, bunları vazgeçilmez kılmak ve aksini düşünmenin törpülenmesi için gerekli olan şekillendirme, ikna etme, baskı altına alma yeteneğinin ta kendisidir. İktidar, herkes delicesine çalıştığı zaman değil, iktidar herkesi çalıştırdığı ya da uygun gördüğü zaman çalıştırmadığı ve bunu başardığı ölçüde iktidardır. Bunun kendi doğrularını üretebildiği, değiştirebildiği, ahlâkını ya da toplumsal ve bireysel rızasını üretebildiği (baskıyla veya iknayla) takdirde var olabilir.

Bu nedenle, örneğin, eğitim sisteminin bireylerin kafasına kazıdığı doğrulardan ziyade eğitimin kendisi iktidarın dayanak noktasıdır. Şu veya bu doğru küçük bireylerin zihnine işlenebilir, gün gelir devletin kutsallığından dem vurulur, gün gelir insan hakları zorunlu ders olur; ezberci sistem yerini sorgulayan bireyler üretme sistemine bırakabilir – iktidar, bunları değiştirmeyi başarabildiği, onun yerine bunu uygulayabildiği sürece kendisini var eder. Eğitim, içeriği nedeniyle değil, eğitim olduğu için bir iktidar uygulamasıdır; içeriğinde değişiklikler olsa dahi her takdirde iktidarın kendisini üretme aygıtı olacaktır.

Bu nedenle, iktidarın ‘doğru’su olmaz; iktidar, doğruyu üretme, kabul ettirme süreci, uygulaması ve yeteneğidir. Normun içeriği değil, kendisi iktidarı ele verir; bugün normal olarak addedilenler yarın değişebilir, normalin varlığıdır esas olan.

Bugün iktidarı salt bir hukukî veya siyasî form olarak düşünmemizdeki hata, bizi iktidarın kökenlerini aramaya, meşruiyet kaynağını sorgulamaya yöneltir ve bu çaba, büyük oranda zaman kaybıdır. İktidarın tabiî ki hukukî ve siyasî görünümleri vardır ve elbette bunlar önemlidir, bu görünüm ve önem vesilesiyle iktidarın kökenleri ya da meşruiyet kaynağı üzerine yoğunlaşmak hedef sapmasından başka bir şey değildir. Nihayetinde bu araştırma bizi bir iktidar yerine başka bir iktidarı meşrulaştırma sürecine götürecektir, “meşruiyet kaynağı”nı bulup teşhir edince ya da onu yok edince, elimizde ‘yeni’ bir iktidar uygulaması kalır. İktidarın kökenlerini ilahî güçte bulmak, insanlığa meşruiyet kaynağını “halk”a (veya “millet”e) doğru kaydırmaktan başka bir şey kazandırmadı; zira bu arayışın kendisi iktidar sürecinin bir başka veçhesiydi.

İktidar da tam da bu yüzden, evet doğrularını çoğaltır, ama bundan ziyade bu doğruları kullanma yeteneğini artırır. Pratik bir önermede bulunursak, iktidarla uğraştığınızda (‘anarşist’ anlamda bir uğraştan bahsetmiyoruz; bir siyaset felsefecisi ya da hukukçu olarak uğraşsanız da), bulduğunuz ‘gerekçe’ ve ‘kaynak’lar sonucunda iktidarın eli kolu daha fazla yere uzanıyorsa, ister “demokratikleşme” deyin ister “bireysel özgürlükler”, iktidar uygulamasının bir parçası oluyorsunuz demektir. Tanrı yerine halk, kral yerine parlamento koyduğunuzda, iktidar bu yer değiştirme sürecinin kendisinden kendini var etme ve güçlendirme imkânı bulur ve oraya yerleşir.

Çünkü, iktidarın bir ilkesi yoktur, tek kaynağı iktidardır. Anarşistlerin iktidar karşıtlığı, iktidarın şu veya bu ilkesine karşı olmalarından kaynaklanmaz, iktidarın kendisinden doğru kendisini güçlendirdiği gerçeğine dayanır.

Burada bir yanlış anlamaya izin vermeyelim: “iktidarın kaynağı kendisidir” derken, bir uygulamalar silsilesi ve bunun sürecinden bahsediyoruz, yoksa bir yerlerde çöreklenmiş kaynak bir iktidarın her yeni duruma adapte olmasından değil. Eğitimin şu veya bu biçimine adapte olan bir iktidar değildir mevzubahis, eğitimin biçimini değiştirirken kendisini de biçimlendiren bir uygulamalar silsilesidir. Herhangi bir metafizik kökende aranmasına da gerek yok, doğrudan hayatın içine sızdığı sürece ve hayatla, onu deforme eder anlamda, kesiştiği sürece var olan bir uygulamalar silsilesidir bu. Kafalarımızı iktidarla ilgili takıntılardan kurtardığımız zaman, iktidarla uğraşmamızın daha anlamlı olacağını söyleyebiliriz. Ve tabiî, bu takıntıların, salt yanlış anlamadan kaynaklanmayıp iktidarı çözümleme amacımızın “başka bir iktidar mümkün” hırsı olup olmadığını da önümüze koyarak bu işi yapabiliriz.

Proudhon, parlamentoda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Ben Anayasaya karşıyım; benimsediğim şeyleri reddettiğinden ya da benimsemediğim şeyleri içerdiğinden değil, Anayasa, Anayasa olduğu için karşıyım”. Ve bunu söylediğinde, romantik isyankârlık yapmıyordu. Bugün de, yasaya sırf yasa, devlete sırf devlet olduğu için karşı olmanın “canım, siz de her şeye karşısınız” yüksek zekâlı (!) tepkisiyle karşılanmasına şaşırmamak elde değil. “Herkes eşittir” diyen yasanın, geri kalanlarla hiç de eşit olmayan birkaç yüz parlamenter tarafından çıkarılmasındaki akıldışılık bir kenara, yasa ve devlet, iktidarın bir uzantısı olarak, ancak iktidarın işine yaradığı ve onun devamlılığını sağladığı ölçüde herkesin eşit ya da özgür olduğunu söyler ve sırf bunu ağzına alması bile, eşitlik ve özgürlüğün tehlikede olduğunun göstergesidir. Aslında bu, anlatılması kısmen zor bir mevzu, ama örneği değiştirirsek daha rahat anlaşılabilir. Che Guevera’nın reklamlarda, saatlerde ya da meşhur bir markanın tişörtlerinde kullanılması, Che’nin ideolojisinin propagandasını yapmaya değil, onun ideolojisini de aşar şekilde devrim düşünce ve idealinin altını boşaltmaya yaradı ve bu arada da bazı kapitalistler daha fazla para kazandı. Yasalar da bu mantığın çok dışında değil. Bu nedenle, yasanın söylediği ‘doğru’, benim de kabul ettiğim bir doğru olsa bile, bunu sırf yasa söylediği için, o doğru adına yasaya karşı çıkmalıyım. ‘Doğru’larımın altını boşaltmak ve hedeflerini saptırmak istemiyorsam, bu yapmam gereken bir şeydir.

Zira iktidar, yasada söylediği ‘doğru’dan bağımsız olarak, ‘yasa’nın kendisi aracılığıyla vardır ve güçlenir. Yasalarda dillendirilmesine gerek olmayan bir dolu konunun bile yasalarda işlenmesinin nedeni de budur zaten.

Proudhon’dan alıntı yaptık ve reddiyesinin gerekçeleri hakkında açıklamada bulunduk. Ancak, dönem anarşistlerinin de iktidarı, çağdaşlarından farksız olarak, siyasî ve hukukî çerçevede ele aldıkları bir gerçektir. Proudhon, biraz da bu eksikliği nedeniyle, Özgür Hayat’ın geçen sayısında yayımlanan makalesinde [Otoriteye Son! İnsanlara Mutlak Özgürlük!] “politik devrim” (devlet iktidarının çökertilmesi anlamında) çağrısı yapar ve bunu “sosyal devrim”in önüne koyar. (Bu yaklaşımın, Proudhon’a has olduğunu ve Bakunin, Kropotkin ya da Malatesta tarafından benimsenmediğini de belirtelim, keza “politik devrim”in devlet iktidarını ele geçirme olduğunu fark etmişlerdir.) Ancak dönem anarşistlerinin açıklayamadıkları bu nokta, anarşizmin yaklaşımındaki eksiklikten değil, dönemin şartlarından kaynaklanmaktadır. İktidarın, ilkelere değil, iktidar uygulamalarına dayanması, anarşistlerin her zaman açıklayamasalar da sezdikleri bir konudur ve iktidarın her türlüsüne kayıtsız şartsız karşı olmalarının gerekçesi de budur. Bakunin’in “En içten demokratı tahta oturtun, hemen inmezse hainleşecektir” sözü, iktidarın işleyişinin, daha doğrusu işleyişinin kendisinin iktidar olduğunun fark edildiğini gösterir.

İktidarın doğrularının “iktidarın doğruları” olmadığından bahsettik. İktidar, belirli bir ahlâkî yaklaşımla yolunu kesiştirdiğinde, o ahlâkî yaklaşımı benimseyenlerin iktidarla el ele vermesi durumunda, iktidar pratiğinin “doğası gereği”, o yaklaşım deforme olacaktır. İktidarın ahlâken yozlaştırması, hep söylenegeldiği gibi ‘rüşvet’e, ‘adam kayırma’ya yöneltmesinden ziyade, ideali araçsallaştırmasının doğurduğu çarpıklıktır.

Nedeni, iktidarın, neden-sonuç ilişkisini de ters yüz etmesidir. Ve tabiî, bu ters yüz etmeyi kafalara kazıması… Bir eylem suç olduğu için yasalarda yazmaz, yasalarda yazdığı için suç olur. Ve bundan bir adım ötesinde, ulaşılması gereken hedefler için iktidar uygulandığı sanılırken, iktidarın mantığı gereği, aslen iktidar uygulamak için o hedefler kullanılır. Çocuklarının iyiliğini samimi olarak isteyen babanın gün gelip çocuklarını cezalandırmaya ve dövmeye başlamasındaki karışık süreç, iktidar uygulamasından kaynaklanır (“çocukların iyiliği” kuşkusuz ki kendi başına iktidar ideali ama bunu bir kenara koyalım). Ya da devrim için devleti ele geçirmek; iktidar, devrim için devlet iktidarını ele geçirenleri, tarihe devlet için devrimi kullananlar olarak yazmıştır. Tabiri caizse, iktidar, kafa karıştırır ve gönül kaydırır.

İktidar ilkesizdir ve kendisinden dolayı vardır. Bu, idealizm sınırları dahilinde bir “kendinde varlık” değil, pratiklerinin tek yönünün kendisini geliştirmek ve yaymak olduğu ve bu konudaki yeteneklerini geliştirme sürecinin iktidarın en görünür olduğu süreçler olduğu anlamına gelir. İktidar, bu çerçevede bir “varlık” değildir – ki, kaynağına yönelip özünü tahrip edelim – “oluş”tur, oluş hâlindedir – bu yüzden de iktidar uygulamasının kendisine saldırmak iktidarla baş etmenin tek yoludur. Anarşistlerin krallara olduğu kadar parlamentolara karşı olmasının, her türlü yargılama, cezalandırma ve eğitme pratiğine ve kurumuna karşı olmasının gerekçesi budur.

İktidarın “bahşettiği” özgürümsü bireyselliklere ya da ilişkilere karşı duyduğumuz keskin şüphenin kaynağında, iktidarın güçlenmesinin insan özgürlüğüne karşı bir tehdit olduğunu görmemiz yatar. Toplumsal alanın her bir hücresine sızan iktidar, toplumsal ilişkileri sürekli çarpıtır ve kendi lehine kullanır. Dünyaya iktidarın gözlerinden bakmamak için iktidarın bir uygulamalar silsilesi olduğunu ve bu uygulama alanlarına ve araçlarına karşı çıkmak gerektiğini unutmamalı.

Biz anarşistler, iktidara sırf iktidar olduğu için karşıyız, çünkü iktidar sırf iktidar olduğu için özgürlüğün en büyük düşmanıdır.

Ali Çağrı Mutlu

kaynak:http://www.ozgurhayat.org/1.php?a=31

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder