Güneş Girmeyen Ev, Oslo

Güneş Girmeyen Ev, Oslo

  • 0
mutluluğun formülü içindeki bilinmeyen değişkenlere yerleştireceği kişileri doğru seçtiğini sanıp, yanıldığında doğruya bir adım daha yaklaştığını sanan polyanna'lar her seferinde daha iyi yenildiklerini sanıyorlar. çevrelerini saran umutsuzluk çemberi içinde  mutlu olabileceğini sanan insanlar, başlarına neler geleceğinden habersiz. insan bazen gerçekten hayret ediyor, aynı anda bir yerlerde geçmişin hayaletleri cirit atıyor.


gözlerimin içine bak ve bana duymak istediklerimi söyle, beni hiç bırakmayacağını, yalnız kalmayacağımı.. ve sen bitirdiğinde konuşmanı, ben bunların hepsinin yalandan ibaret olduğunu anlamanın yakınından bile geçmeyeyim.. seni bekledikçe en iyi seçeneğimin seni daha fazla beklemek olacağı ana kadar bekle ve ancak bu andan sonra uzaktan göster kendini.

son akşam yemeğinden dönen büyük bir ailenin fertleriyiz biz, hepimizin odaklandığı noktalar farklı. yarının bir son olacağının farkında olmamaktan mutluyuz. mesela amcam, yanaşmakta olan geminin iskeleye nasıl bağlandığını izlemekten öyle zevk alır ki biz ordan ayrıldıktan sonra bile gelen geçen tekneleri izlemeye devam edebilir. oysa sona bu kadar yakın olduğunu bilse, kafası bir ton yararsız düşünce ile dolu olacaktı. dayım, el çabukluğu marifetiyle yakaladığı karasineği havalı bir biçimde müstakbel yengeme gösterme derdinde. evlenmelerine zaman olmadığının farkında olmamaları güzel. babam kardeğime ayakkaplarını bağlamasını söylüyor, kardeşim ise ısrarla bağlayamıyacağını, cebi olmadığını ve adadan getirdiği hazineleri yere bırakamayacağını anlatıyor. kardeşimin hazineleri muhtemelen en yakın kanbağı olan vasisine kalacak. ben mi, ben en azından ağzımdaki şeker çubuğunun tadına varabilecek kadar yaşayacağım için mutlu, sonun yaklaştığını bildiğim için de kaçınılmaz olarak huzursuzum.

tanrıların topraklarından gemilerle ayrıldık. kendi yolumuzu çizip, kendi maceralarımızın kahramanları olabilmek için, annelerimizin güvenli sıcaklığından, bir yılanın çevrelediği ve taşmasını engellediği soğuk denizlere atladık. korku vardı içimizde ve bolca heyecan, kulaklarımız çınlıyordu esen rüzgardan. bir buluttan diğerine giden şimşekleri, tanrıların bize cesaret verme çabaları sayıyorduk. dünya üzerindeki herşeyin bizim ilerlememiz için olduğuna kendimizi öyle inandırmıştık ki yaklaşan felaketi, gözümüzün önündeki koca engeli görmez olmuştuk. görmez olsa da gözlerimiz içimizdeki bir kıpırtının bize birşey anlatmadığını sanmayın. lakin anlamak için çabalayacak halde değildik hiçbirimiz de, gözlerimizi kibir, kulaklarımızı rüzgar, içimizdeki kıpırtıyı da heyecanımızın yanan ateşi engelledi. tehlike yakındaydı artık. tanrıların ölüm saçan çift başlı kurdu, bizim peşimizden uzun yollar boyunca gelmişti. şimdi hiç birimizin kafalarının vücutlarıyla bir bağı kalmadı, ölüm nehrinin üzerindeki bir teknede akıntıda sürükleniyoruz hepimiz, içimizde birşeyi başarabileceğimizi bilmenin umuduyla tanrıların yanına, onlarla güreş tutmaya gidiyoruz..

seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım


Turgut Uyar

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder