Bu fotoğrafın altına mustafa sandal'ın kalplerde yer etmiş şarkısı gidenlerdenin sözlerini döşemeyi düşündüm, bu şiiri görene kadar..
Gitmek. bir hançeri inceltip
okyanusa daldırmak isteği
ya da düşebilmek atlasların
dışına ki ey kalbim
yalnızsın bu yolculukta da
gitmek. o kaos duygusu, aklın
sarsıntılarla yorgun düşüşü
bilincin kamaşması belki de.
rehin bırakılacak bir şey yok
unuttuklarından başka.
Ahmet Telli
Look up in the sky, is it a bird... is it a plane... no it's superman!
Amerika gibi, kahramanların nispeten sıradanlaştığı ülkelerle kıyaslayınca oldukça kurak topraklarda yaşıyoruz. On türk ile tüm dünyayı ele geçireceğini iddia eden bir napolyon gerçeği var lakin asteriks ile oburiks fransız kahramanları. Halbuki gökten zembille inen bir kahraman yakışmaz mıydı bu topraklara, zembil adam derdik ona.. Gizli kimlik olarak da sivil polislik yapar, 1 mayıs'a katılanları şiddet yanlısı göstermek için tiyatro gösterileri düzenlerdi.
Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı. Küçük kaplar içinde mısır satmadığı için, çocuklarla ve kuşlarla birlikte, başkaları adına sevap işleyemezdi; ayrıca, ne kırmızı cüppeli bir müneccime benzeyen ihtiyar gibi tekerlekli ve meşin duvarlı ve öğle tatilinde ön duvarı bir kepenk olup sahibini kapatıveren kulübede yaşıyordu, ne de şişman kötürüm gibi nazar boncuklarını ve tespihlerini ve çakmak taşlarını artık satamadığı anda gaz pedalına basıp motosikletli tezgâhıyla oradan hemen uzaklaşabilirdi. Sermayesi ve görünür bir sakatlığı yoktu. Belki, yoldan geçen birini durdurup, hastaneden yeni çıktığını ve hemşerisi inşaat çavuşuna gidecek parası olmadığını söyleyerek köylü taklidi yapabilirdi; fakat, konuşmadığı için, bu bakımdan da basan kazanması oldukça güçtü. Caminin duvarına yaslanmaktan başka ilgi çekici bir eylemde bulunmuyordu. Hatta henüz avcunu açma teşebbüsüne bile geçmemişti. Bununla birlikte, güvercinlerin ve mısır kaplarının ve caminin eğimli bir duvar çıkıntısına dizilen cinsel ve dinsel kitapların ve halkı bazı toplumsal kötülüklere karşı uyaran ve ağaç gövdelerine sarılan gazetelerin ve makbuz mukabili iyilik işleriyle uğraşanların yoğunlaştığı sırada, onu sakat sanan başörtülü ve çarşaflı kuru bir kadın, bu gönülsüz dilencinin avcunu çevirerek içine biraz para koydu. Belki de o sırada oldukça yüksekte duran güneş yüzünden gözlerini kırpıştırdığı için paraya bakmadı; belki de gözü, caminin iç avlusunda oynayan çocuklara takıldığı için avcunu kapamayı unuttu. Bütün bunlar, günün ilk hayırseveri biraz uzaklaştıktan sonra olmuştu.
Beyaz Mantolu Adam, Oğuz Atay
Tiananmen meydanında, elinde çantası dört tanka karşı duran adamı viyana'da, tarihi bir çeşmenin haşmeti karşısında dururken bulmak beni şaşırtmıştı açıkçası. Yaşadığı bile belli olmayan bu adamın şehir şehir dolaşarak, tarihe geçmiş eylemini artık heykele, müziğe, resme karşı devam ettirdiğini görmek, cesur insanların bazen kötü sondan kaçabildiğini gösterdi bana. Böylece dünyayı değiştirmeye karar verdim ama öncekilerin yaptığı hataya düşmeyerek değişime kendimden başlıyorum. sonumun anarşist bankere benzememesi ümidiyle...
Yalnızlığa ve aşağılanmalara katlanabilirdi, onlara çocukluğundan beri alışıktı ve bunlar yalnızca yüreğini yaralıyordu; asıl korkunç olan, bu hapsoluştu, dışarıdan kendisine zorlanan, kendi seçmediği, deli gömleği gibi zorla giydirilmiş sonsuz yalnızlıktı.
La ciudad y los perros, Mario Vargas Llosa