saat 8. uyandı. saate baktı. saatin 8 olduğunun o da farkına vardı. bir yere geç kalmış gibi hissediyordu, ama değildi. biliyordu. yatmaya devam etti bir süre daha tavana dikerek gözlerini. başucundaki kitabı aldı kucağına. iki elini de battaniyenin altından çıkarmadan okumaya çalıştı bir süre, beceremedi. tek kolunu çıkarmak zorundaydı. sağ kolunu feda etti. ev çok soğuk, doğalgazın kilosu çok pahalıydı. kıyamıyordu paracıklarına, cimri miydi. belki, biraz. tek kolu ile kitabı dengeledi, bir süre okumaya çalıştı. kafası sanki başka biyerdeydi. halbu ki bomboş hissediyordu. resetlenmişti.aynı sayfaya, aynı satıra, aynı kelimeye dakikalarca gözünü dikti. sanki zihin gücü varmış da. sıkıntı. para. horses. horses. horses. neden bir düşüneninsanın dediği gibi kriz zamanlarında ilk eğlenceden yana kısmıyordu hayatını. hiç eğlenmiyorken nasıl bir eğlence anlayışıyla yaşıyordu ya da. o ilaçları almak yerine pekala bir faturayı ödeyebilirdi. ilaçlardan bahsetme. ama bir borcun kapanması kendini bu kadar iyi hissettirmezdi. kitabı sehpaya koydu. battaniyenin altından zorlanarak çıktı. ayaklarını terliklerine geçirdi hemen. dünden kalmış ıhlamurun üstüne su ekledi biraz. tüpü on..dokuz..sekiz..yedi..altı..beş..dört..üç..iki..bir.. ateşledi. tekrar içeri geçti. başı ağrıyordu. ilacını almak istiyordu. ama öyle ayin kıvamına getirmişti ki hayatını, o 10 miligramlık beyaz küçük ovalimsi tozu bile tok karınla almaya zorunlu hissediyodu kendini. nasıl bir uyuşturucu müptelası olduğunu kendi bile anlamıyordu. filmlerde izlediği hiç kimse gibi değildi. parası olmadığı için ailesine bıçak çeken üçüncü sayfa haberi, kız arkadaşına para için yalvaran zavallı duruma düşmüş yakışıklı, değildi. ekmek almak için bozuklukları topladı. üstüne gocuğunu geçirdi. ki karşı dairenin kapısı açıldı. durdu. gözetleme deliğinden baktı. kapıya kulağına dayayıp, ayakkabısını bağlamasını, merdivenleri inişini ve giriş kapısının kapanış sesini dinledi. pencereden dışarı baktı. güneş vardı. perdeyi sıkı sıkıya kapadı. dışarı çıkmaktan vazgeçti. güneşli havaları sevmiyordu hiç. hele ki bir kış gününde. tarkan'ın o şarkısını da hiç sevmemişti zaten. kışın güneş olmamalı. insanların evlere kapandığı, dışarda tek başına fink atabildiğin havaları kollamalı temiz hava almak için. gocuğunu astı tekrar. çekmeceden yarısı yenmiş bir paket çizi kraker çıkardı. ıhlamur kaynıyordu. altını kıstı. bardağının içindeki dünden kalmış artığı döktü, bi erzincan küp şekeri attı. süzgeci aldı, üstten ikinci raftan. ıhlamurunu döktü. rengi biraz soluklaşmıştı. ıhlamuru değiştirmek gerek diye düşündü. odasına döndü, pancuru çekti biraz. içeri soğuk, temiz hava girdi. hemen yatağa attı kendini. ıhlamurdan bir yudum. yarım çizi. tertibiyle bitirdi kahvaltısını. ilaç vakti gelmişti. hapını attı ağzına. üstüne bolca su iç derdi annesi. yoksa böbrekler belli bir zaman sonra süzemiyormuş ilaçları. acaba iki mi, tek mi böbreği vardı? diyaliz. televizyonu açtı. sabah haberleri. sağlık bazlı kadın programları. bir çizgi film. dur. dur. dur. durdu. tanıdık gelmedi hiç, yeni nesil olanlardan. [tv'den gelen dış ses-az sonra coyote]. işte bunu seviyorum. pazılının başına kuruldu. saatlerce ayrılmadı başından, belini bükerek aynı pozisyonda. beli ağrımaya başlamıştı artık. acaba dedikleri gibi kambur kalma şansı yüzde kaç? tuvaleti geldi. tuttu kendini. pazıla da veremiyordu kafasını. öyle boştu ki.
tu bi kontinyud...
tu bi kontinyud...