ohaaa ne enteresan laan. vay anasını hayatta neler var bilogculuğuna, blogspotun da maddi ve manevi çok büyük desteğiyle başlıyorum. çok saol lan blogır.
evet başlıyay. ama düşündüm de ben şimdi ne anlatsam da faydasız yahu, gözler kaymıştır bile fotoğrafa. amaan bu muymuş nidaları ile. yuh diyorum sana o zaman, bir oku önce ne anlatılmak isteniyor değil mi. fotoğrafın hikayesi ne, saçvesakalın erkek olmak duygusu içindeki etkisini anlatan bir yazı dökülecek belki parmaklarımdan olamaz mı. neyse. sen bildiğin yolda devam et madem. ben de buraya ahmet'in bir gün kalktığında nasıl cumhuriyet sonrası bir dönemde tahminen 1926 olduğunu anlatan hikayemi yazmaya çabalıyayım.
evet yukarıda da söyledim ya işte a new adventure is coming. daha önce belediye otobüsünde yolculuk ederken, evde pineklerken, uyuma arefesindeyken dillere destan maceralar yaşamış ve her birinden sağ olarak kurtulmayı başarmış biricik ahmedi bu hikayede ölümcül son bekliyor. aha sonunu söyledim ki gizemli bir ortam oluşmasın. işte yine yukarıda söylediğim gibi ahmet bir sabah uyandığında -hep tekrar- kendini pisbeyaz nevresim içinde, başı gözü sargılı yatar halde bulur. tabii şaşırır aman yareppi noldum lan ben içsesiyle. nolmuş olabiliiiir, bir düşüneyim hemen der bu düşünce ertesinden hızla. hızlı toparlanma ahmedilerin üstün özelliklerindendir.
ahhhha, duvarda atatürk portresi yok evet, sus işareti yapan hemşirenin tipi. tamam. düşüneyim biraz. hmmmm. oke sanırııım cumhuriyet yeni kurulmuş, daha 1930lara gelmemişler. hmm evet evet böyle olmalı. diye kendisinden beklenmeyecek voltajda ampuller parlatır sargılı kafası üzerinde. -çizgi film esintileri serptim öykünün içine nasıl seksenlerin sonu doksanların başı misali, nasıl?- ama orda dur bakalııım, küçük kahrama seni. nasıl bu hale geldiğini öğrenmen o kadar da kolay olmıyacak işte. bunun için en azından, birazdan gelecek hemşire ile kısa bir sohbet etmen, havalı sözler dağarcığından duruma uygun en uygun olduğunu düşündüğün sözü, beni türk doktorlarına emanet ediniz hemşirenım (ha düştü) quotesini sarfetmen gerekecek. ama işler düşündüğün gibi gitmeyecek işte. eveeeet bu sözlere hemşire pek de kapılmaz açıkçası, netekim güzel mavi gözleri örgülü siyah saçlarıyla ahmet'in geldiği zamanın evanescence solisti havasındadır (bkz: kuul). ben demiştim küçük kahraman. ha cidden bi evanescence vardı noldu onlara yahu?
hmm şimdi ne olabilir. kız da yüz vermediğine göre, iyileşme sürecini uzatma çabası içerisine girebilirsin belki. hemböylece kız için daha fazla şansın olur, zamanla etkileme metodlarını denersin üzerinde. ama o da nesi, hemşirenin kıçını başını ayrı bir yana sallayarak uzaklaşmasından iki dakika kırkbeş saniye sonra gelen tarık akan doktor, hastanenin yer sıkıntısından bahsedip, postayı koyuvermesin mi? ov may şit der içses. yol gözükmüştür bahtsız kahramanımıza, gözleri dalar biricik marty mcflyımızın. gözleri dalınca misafir mi geliyodu?
ivedilikle taburculuk prosedürü işlemeye başlar ahmet için, sargıların çıkarılmasına sıranın gelmesi pek zaman almaz yani. sargıların çıkarıldığı vakit bir diğer enteresanlık çıkar ortaya ahmet üzerinde görünürde ne bir yara izi, ne de en ufak bir bere görülmez. doktorlar tabii bilimin yılmaz temsilcileri başlarlar şaştık kaldık afalladık diye ruhsar türküsüne. derken güzel hemşiremiz eksik kalmaz, sağ kapıdan gelir, elinde gömlek pantolonla. ahmet'in içi pırpır eder hemen, bir de görür görmez hemşireyi kendisini giydirmeye geldiği kanısına varır ki tadından yenmez. hınzırca sevinir, sırıtır. amma yine sana hüsran yine sana dağlar var. kıyafetleri yatağının ucuna bırakıp, geçmiş olsun dileyerek sekerek uzaklaşmasın mı nazlı yar, peh.
nasıl bu zamanlara geldiğini bilememenin şaşkınlığı bir yandan. her türlü zemin ve zamanda reddedilmenin verdiği hafiflik sarmalar ahmeti. ama, pek fazla sürmez bu hal ve tavırlar. sarsılır, kendine gelir. kıyafetlerini giymek için boş bi oda bulur kendine arkada. onuncu yıl marşı fon müziği yapar kendine ıslık ilen. henüz cumhuriyette onuncu yılın gelmemesi kimin umrunda. başlar kısık gözlü bakışlar, saçlarını ıslatıp arkaya doğru taramalar, mafya stilinden. ama bu yapmacık mutluluk hallerine dayanamaz bünye. sıla hasreti gelip çatar. ama o, burada sıkışıp kalmış olduğunu kendine itiraf etmekten o kadar korkuyordur ki, tarağa bakakalır, gözünde iki damla yaş -her bir gözde bir damla- neden diye sorar.
neden bu kahrolasıca göt cebi taraklarının uçları bile birbirine eşit değil, LANET OLSUN!
ağlaaar ağlar. boğazı kurur. gözlerini kapar. aynaya bakar ne kadar kızardı acaba gözlerim diye. biraz soluklanıp gözler kızarıklığını kaybedince, doktorlar odasını bulmak. ben buraya nasıl geldim diye sormak niyetiylen yola çıkar. ve sorar da vesselam, ama yön duygusu olmayan ve kendisine yapılan tariflerden bi bok anlamayan bu delikanlı için çoook zaman alır. ve boşa bir çaba olduğu da hemen alt satırdaki doktorun söylediklerinden anlaşılacaktır.
doktor- burda o kadar çok hastamız var ki, bir bilsen. erkeklerin çoğu da savaş sonrası çıkan küçük çatışmalar nedeniyle geliyor hastaneye. biz de kimseye sorma gereği duymuyoruz. senin de onlardan biri olduğunu düşündük doğal olarak. keşke daha fazla yardımcı olabilsem, ama şimdi gitmem gerek.
ahmet, tatmin edici bir cevap alamamanın üstüne ne yapacağını bilememenin sosuyla hastaneden çıkıp, kasabanın sokaklarında bir aşağı bir yukarı ilerler bir süre. ki bu sıkıntının pek de uzun sürmeyeceğine dair işaretler belirir sağ köşeden.
olayın hangi şehirde geçtiğine dair, elimizde sadece rivayetler bulunmakta. bunlara göre konya'nın güneyinde şimdiki ermenek ilinin bulunduğu konuma yakın bir kasabada geçmiş bu fantastik kurgu.
ellerinde silahlar, arkadaki at arabasında dar ağacı -dar ağacı ikeavari biçimde ufak parçalar halinde taşınmaktadır. gerekli durumlarda ise görevliler, hakimin kanun kitapçığının ek kısmındaki darağacı kurma klavuzundan yararlanarak kurarlar ağacı- ile istiklal mahkeme kurucuları denetlemektedir halkı. olaysız geçen hafta sonrası elleri kaşınmaktadır kurulun. ki kurbanı da bu hikayedeki yegane isimli karakterimiz olacaktır netekim uyumam gerek artık. ama bundan önce ahmet'in bir köşede ekmek arası tahin pekmez yemesine, bunun üstüne de iki bardak su içmesine izin var. afiyet olsun.
on..dokuz..sekiz..yedi..altı..beş..dört.. ve darağacı yüksek kurulundan gözlemcinin, bizim şapkasız ahmeti görme anı. flaşlar patlasın. üç kere.
doğduğu zamandan çok uzaklarda ölen bu garip kahraman için, fatiha.
evet hikaye uzukluğundan dolayı resme yeni yeni konsantre olabildiğinizi düşünüyorum. nasıl bir fantastik kurgu şaheseri değil mi? evet.
ne diyorduk, mr. beard, siz isterseniz kendisini sakalına tükürdüğümünününü diye de çağırabilirsiniz, hatta üç kere tekrarlarsanız bu deyişi ve uslu bir çocuk olursanız bir gün sizin de böyle sakalınız olabilir.
evet başlıyay. ama düşündüm de ben şimdi ne anlatsam da faydasız yahu, gözler kaymıştır bile fotoğrafa. amaan bu muymuş nidaları ile. yuh diyorum sana o zaman, bir oku önce ne anlatılmak isteniyor değil mi. fotoğrafın hikayesi ne, saçvesakalın erkek olmak duygusu içindeki etkisini anlatan bir yazı dökülecek belki parmaklarımdan olamaz mı. neyse. sen bildiğin yolda devam et madem. ben de buraya ahmet'in bir gün kalktığında nasıl cumhuriyet sonrası bir dönemde tahminen 1926 olduğunu anlatan hikayemi yazmaya çabalıyayım.
evet yukarıda da söyledim ya işte a new adventure is coming. daha önce belediye otobüsünde yolculuk ederken, evde pineklerken, uyuma arefesindeyken dillere destan maceralar yaşamış ve her birinden sağ olarak kurtulmayı başarmış biricik ahmedi bu hikayede ölümcül son bekliyor. aha sonunu söyledim ki gizemli bir ortam oluşmasın. işte yine yukarıda söylediğim gibi ahmet bir sabah uyandığında -hep tekrar- kendini pisbeyaz nevresim içinde, başı gözü sargılı yatar halde bulur. tabii şaşırır aman yareppi noldum lan ben içsesiyle. nolmuş olabiliiiir, bir düşüneyim hemen der bu düşünce ertesinden hızla. hızlı toparlanma ahmedilerin üstün özelliklerindendir.
ahhhha, duvarda atatürk portresi yok evet, sus işareti yapan hemşirenin tipi. tamam. düşüneyim biraz. hmmmm. oke sanırııım cumhuriyet yeni kurulmuş, daha 1930lara gelmemişler. hmm evet evet böyle olmalı. diye kendisinden beklenmeyecek voltajda ampuller parlatır sargılı kafası üzerinde. -çizgi film esintileri serptim öykünün içine nasıl seksenlerin sonu doksanların başı misali, nasıl?- ama orda dur bakalııım, küçük kahrama seni. nasıl bu hale geldiğini öğrenmen o kadar da kolay olmıyacak işte. bunun için en azından, birazdan gelecek hemşire ile kısa bir sohbet etmen, havalı sözler dağarcığından duruma uygun en uygun olduğunu düşündüğün sözü, beni türk doktorlarına emanet ediniz hemşirenım (ha düştü) quotesini sarfetmen gerekecek. ama işler düşündüğün gibi gitmeyecek işte. eveeeet bu sözlere hemşire pek de kapılmaz açıkçası, netekim güzel mavi gözleri örgülü siyah saçlarıyla ahmet'in geldiği zamanın evanescence solisti havasındadır (bkz: kuul). ben demiştim küçük kahraman. ha cidden bi evanescence vardı noldu onlara yahu?
hmm şimdi ne olabilir. kız da yüz vermediğine göre, iyileşme sürecini uzatma çabası içerisine girebilirsin belki. hemböylece kız için daha fazla şansın olur, zamanla etkileme metodlarını denersin üzerinde. ama o da nesi, hemşirenin kıçını başını ayrı bir yana sallayarak uzaklaşmasından iki dakika kırkbeş saniye sonra gelen tarık akan doktor, hastanenin yer sıkıntısından bahsedip, postayı koyuvermesin mi? ov may şit der içses. yol gözükmüştür bahtsız kahramanımıza, gözleri dalar biricik marty mcflyımızın. gözleri dalınca misafir mi geliyodu?
ivedilikle taburculuk prosedürü işlemeye başlar ahmet için, sargıların çıkarılmasına sıranın gelmesi pek zaman almaz yani. sargıların çıkarıldığı vakit bir diğer enteresanlık çıkar ortaya ahmet üzerinde görünürde ne bir yara izi, ne de en ufak bir bere görülmez. doktorlar tabii bilimin yılmaz temsilcileri başlarlar şaştık kaldık afalladık diye ruhsar türküsüne. derken güzel hemşiremiz eksik kalmaz, sağ kapıdan gelir, elinde gömlek pantolonla. ahmet'in içi pırpır eder hemen, bir de görür görmez hemşireyi kendisini giydirmeye geldiği kanısına varır ki tadından yenmez. hınzırca sevinir, sırıtır. amma yine sana hüsran yine sana dağlar var. kıyafetleri yatağının ucuna bırakıp, geçmiş olsun dileyerek sekerek uzaklaşmasın mı nazlı yar, peh.
nasıl bu zamanlara geldiğini bilememenin şaşkınlığı bir yandan. her türlü zemin ve zamanda reddedilmenin verdiği hafiflik sarmalar ahmeti. ama, pek fazla sürmez bu hal ve tavırlar. sarsılır, kendine gelir. kıyafetlerini giymek için boş bi oda bulur kendine arkada. onuncu yıl marşı fon müziği yapar kendine ıslık ilen. henüz cumhuriyette onuncu yılın gelmemesi kimin umrunda. başlar kısık gözlü bakışlar, saçlarını ıslatıp arkaya doğru taramalar, mafya stilinden. ama bu yapmacık mutluluk hallerine dayanamaz bünye. sıla hasreti gelip çatar. ama o, burada sıkışıp kalmış olduğunu kendine itiraf etmekten o kadar korkuyordur ki, tarağa bakakalır, gözünde iki damla yaş -her bir gözde bir damla- neden diye sorar.
neden bu kahrolasıca göt cebi taraklarının uçları bile birbirine eşit değil, LANET OLSUN!
ağlaaar ağlar. boğazı kurur. gözlerini kapar. aynaya bakar ne kadar kızardı acaba gözlerim diye. biraz soluklanıp gözler kızarıklığını kaybedince, doktorlar odasını bulmak. ben buraya nasıl geldim diye sormak niyetiylen yola çıkar. ve sorar da vesselam, ama yön duygusu olmayan ve kendisine yapılan tariflerden bi bok anlamayan bu delikanlı için çoook zaman alır. ve boşa bir çaba olduğu da hemen alt satırdaki doktorun söylediklerinden anlaşılacaktır.
doktor- burda o kadar çok hastamız var ki, bir bilsen. erkeklerin çoğu da savaş sonrası çıkan küçük çatışmalar nedeniyle geliyor hastaneye. biz de kimseye sorma gereği duymuyoruz. senin de onlardan biri olduğunu düşündük doğal olarak. keşke daha fazla yardımcı olabilsem, ama şimdi gitmem gerek.
ahmet, tatmin edici bir cevap alamamanın üstüne ne yapacağını bilememenin sosuyla hastaneden çıkıp, kasabanın sokaklarında bir aşağı bir yukarı ilerler bir süre. ki bu sıkıntının pek de uzun sürmeyeceğine dair işaretler belirir sağ köşeden.
olayın hangi şehirde geçtiğine dair, elimizde sadece rivayetler bulunmakta. bunlara göre konya'nın güneyinde şimdiki ermenek ilinin bulunduğu konuma yakın bir kasabada geçmiş bu fantastik kurgu.
ellerinde silahlar, arkadaki at arabasında dar ağacı -dar ağacı ikeavari biçimde ufak parçalar halinde taşınmaktadır. gerekli durumlarda ise görevliler, hakimin kanun kitapçığının ek kısmındaki darağacı kurma klavuzundan yararlanarak kurarlar ağacı- ile istiklal mahkeme kurucuları denetlemektedir halkı. olaysız geçen hafta sonrası elleri kaşınmaktadır kurulun. ki kurbanı da bu hikayedeki yegane isimli karakterimiz olacaktır netekim uyumam gerek artık. ama bundan önce ahmet'in bir köşede ekmek arası tahin pekmez yemesine, bunun üstüne de iki bardak su içmesine izin var. afiyet olsun.
on..dokuz..sekiz..yedi..altı..beş..dört.. ve darağacı yüksek kurulundan gözlemcinin, bizim şapkasız ahmeti görme anı. flaşlar patlasın. üç kere.
doğduğu zamandan çok uzaklarda ölen bu garip kahraman için, fatiha.
evet hikaye uzukluğundan dolayı resme yeni yeni konsantre olabildiğinizi düşünüyorum. nasıl bir fantastik kurgu şaheseri değil mi? evet.
ne diyorduk, mr. beard, siz isterseniz kendisini sakalına tükürdüğümünününü diye de çağırabilirsiniz, hatta üç kere tekrarlarsanız bu deyişi ve uslu bir çocuk olursanız bir gün sizin de böyle sakalınız olabilir.
resimi şurdan aldım.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder