Der Zor

  • 0
Küçük kız karakterler etrafında dönen, farklı minvalde işlenen üç farklı hikaye izledim bu hafta. peşisıra. nevrim döndü. bu arada birbirine ne kadar benzediği tartışılabilecek üç film de olsa bahsi geçecekler, bi yerin yerlisi olmanın hayat görüşündeki etkisini de kendi üzerimde denekleyebildim böylece. tamam daha fazla gizemli çocuğu oynamayayım. film ismi geçireyim de hangi filmlerden bahsettiğim belli olsun. bunlardan biri ingiliz sinemanın geçtiğimiz seneki beğenilen filmlerinden fish tank, diğeri oscar adaylarından harlem diyarından çıkma amerikan rüyasının obez kızının hikayesi precious ve tabii ki orhan gencebay arabeski ile süslenmiş, balık kokan istanbul masalı hayat var.



gönül isterdi ki reha erdem sinemasının üzerine bir taş daha koymuş şeklinde cümleler kurabileyim ama olamadı, izlemem için bu günlerin gelmesi gerekiyormuş. ama elimi çabuk tutup beş vakit'i izliyeceğim söz. bilmesek de görmesek de müzik seçimleriyle, görüntüleriyle ve tabii hikayesiyle reha erdem'i subscribe ettim bile. karanlık masallar diyarına davetiyeler benden, bulun izleyin.



precious'da da, harlem diyarından çıkmış amerikan rüyasında yoğrulmuş obez kızın masalı var bu kez ekranda. bana pek ilginç de gelmedi açıkçası hikaye, ancak precious karakterine can veren gabourney sidibe gayet doğal oynamış. ki sadece acınası bir karakter değil gözümde, o apartmandaki kızcağızın hikayesi daha dokunaklı bence. belirtmeden geçemeyeceğim, bahsi geçen ufaklığın geleceğinde bir leon'un mathilda-sı kariyeri görüyorum. artık holivud filmlere madam teresacıklar serpiştirmek inadından çok daha enteresan filmler çıkabilir ortaya çıkabilir. yes you can. bir de merak ediyorum. american dream hala patlamadı mı, fake sosyalizm berlin duvarı ile çöktü de american dream balonu çoktan patlamadı mı. yoksa suç birbirini yiyen new orleanslı zenciler ile işgal askerleri tarafından öldürülmek olan ıraklılarda mı.



gelgelelim fish tank'e. adalılar güzel film yapar kabulüyle izliyorum artık britanya'dan gelen filmleri. pek de yanılmadım şimdiye kadar. hiç olmazsa klişelerin dışına taşmış filmlerin kurgulanabildiğini görebiliyor bu biryirmibeş miyop gözlerim. burda da yine ergenlik çağında, anne ilgisiz baba yok bir kızcağızın hip hop müziğe tutunma çabalaması, ve tabii ki çok daha fazlası anlatılıyor. hip hop müziğinden pek hazzetmediğimden sevemedim o kadar ama tipik ingiliz caddeleri dışında yozgatvari iklimde geçen ingiliz hikayeleri görmek de güzel be. orda da yaz günlerini olabildiğince sıkıcı geçiren ve bir o kadar güzel insanlar var imiş.

nba 2010 playoffları boston - cleveland eşleşmesi birinci maçının devre arasında, boston'un cleveland'ı dağıtmasının verdiği zevk-i hissiyatıyla yazılmıştır bu yazı.

ayrıca bu yazının yazılması sırasında ve son üç gündür rifflerini, vocoder-lı sesini eksik etmeyen cynic'e çok teşekkürler.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder