vivid:
1. producing powerful feelings or strong, clear images in the mind.
2. (of a colour) intensely deep or bright.
2. (of a colour) intensely deep or bright.
düzenli aralıklarla yaşadığım iki tür an var ki hayatımda, bu anları tanımlamak için vivid kelimesi pek uygun geliyor nedense bana.
evet yaşıyorum
tanzanya'da bir akşamüstü. sahilde yürüyen pek az insan ve pek çok deniz kabuğu var. okyanus iyiden iyiye çekmiş kendisini geriye. yolda insanlarla jambo laşarak yürümüş ve şuraya kadar yürüyüp geri dönelim noktasına ulaşmışız artık. hep bir şuraya kadar olmalı mı hayatta. olmalı tabii, şuraya kadar noktaları olmazsa işin ucu kaçar, kaçar da gider. tutamazsın. herşey. ama herşey dozunda olmalı.
bu gün de öyle bir gün işte. dozunda bir gün.
şuraya kadar noktasından dönüş yolunda hava iyiden iyiye kararmış artık. ayışığı sazı eline almış ve eve dönüş yolunu gösteriyor bize.
bir müzik olmalı tam da şimdi. diyorum ki müzik başlıyor. bir müzik illa olmalı hayatta. yoksa bu gibi vivid anlar, geleceğe dönüş, yaşanmıyor işte. wes anderson'un paletinden çıkmış gibi bir dünyada kalıyoruz. pastel pastel. mon ami. müziğin de katalizör görevini üstlenmesiyle birlikte nöronlarım arası iletilen kimyasallarda daha önce pek gözlenmemiş bir tepkime ortaya çıkıyor. evreka! ve işte o an yaşadığımı anlıyorum. bu hayat. bu dünya. bu insanlar. bana bakın, ben yaşıyorum! ünlem işaretlerim ve ben!