Bir Yol Hikayesi aka Gdansk'a Varmak

Bir Yol Hikayesi aka Gdansk'a Varmak

  • 0
Mamma mia vengono i turchi !

Arkasına haftasonunun da desteğini alarak dört günlük zaman dilimi oluşturan bir resmi tatil, bu zaman dilimini fırsat bilip avrupa'nın dört bir yanına akın eden beyaz yakalı türk boyları, bu türk boylarının ikinci sınıf kompartmanda yaptıkları birkaç tren yolculuğu ve sonrasında gelen, yolda olma hissine dizilen binlerce övgü, sevgi gösterisi ve serzeniş... İşte yeni nesil jack kerouac'lar eski kıtayı dört bir yandan kıskaca almış, doyasıya geziyorlar.

Kamu Spotu

Sarıyla yeşilin başbaşa verdiği, beraberinizde şehrin gürültüsünü-trafiğini getirebileceğiniz, çevre düzenlemecilerimizin ormandan arta kalanlardan toparladığı parklarda köpeğinizi dolaştırabileceğniz, yüksek duvarları sayesinde gecekondu insanlarının bakışlarına maruz kalmadan mangal partileri düzenleyebileceğiniz bir yaşam kompleksine daha hazır mısınız?

[Dramatik haber müziği girer]

Siz dünyamızın okumuşları! Haziran haziranlığını bilecek arkadaş, biz yaz mevsiminde bu yağmuru çekmek zorunda mıyız, yaz kaçamağı yapalım diye onca yol gidiyoruz denize giremiyoruz bu nedir ya diye söylenmelere başladınız mı?

[Müzik volüm yükselir]

E ne diye o zaman, ooo yaşam kompleksi alırım bi dal modunda yaşıyorsun? Yapma gözünü seveyim.

[Müzik fade out]

Adam bir zamandır hayatının öte yana doğru çekildiğini hissediyordu. Normalde bulunmaktan hazzetmediği ortamlara giriyor, arkadaş ortamlarında devamlı eleştirdiği tipteki insanların bol hıhı lı bol hak vermeli diyaloglarındaki bir nesne olarak buluyordu kendini sık sık. İçinde değişenin ne olduğunu bir türlü çözemiyordu ve lakin değişim bu hızla devam ettiği takdirde bir süre sonra tüm özelliklerinin yutulacağını biliyor, korkuyordu.

Yürürken öyle bir his vardı ki üzerinde sanki saatler bile onu gösteriyordu. İstim kelimesinin ne demek olduğunu bildiğinden emin değilim ama o an kendisine sorsak eminim istim üstünde olduğunu söylerdi. Bir an durup geriye bakacak oldu, hemen vazgeçti. Onu cesaretlendirmemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu kez az önceki kararlı yürüyüşünün aksine artık ağır aksak yürüyordu. Biraz etrafa bakındı. Sanırım geciktirmeye çalıştığı birşeyler vardı ortada ya da yanından geçip gitmesini beklediği birşeyler. 
Gizemin perdelerini aralarcasına bir anda kendi kendine mırıldanmaya başladı, neden geçip gitmiyor ki, ne istiyor benden, başına gelenlerin sorumlusu ben miyim sanki? 
Ve işte hayatta hiçbirşeyin sorumlusu olmayan adam ilerleyişine, bir kez daha olanca umursamazlığıyla devam etti.


Yüce Şehirlerden Bir Yücesin Sen Krakow, Seni Seven Tam Sever de Sevmeyen Hiç Sevmez Krakow

Yüce Şehirlerden Bir Yücesin Sen Krakow, Seni Seven Tam Sever de Sevmeyen Hiç Sevmez Krakow

  • 0
Adam, uzun yıllardır diğer işlerinden arta kalan zamanında kilise ayinlerinde org çalıyordu. Dindar mıydı, hayır. Tanrıyla arasında kapanmamış bir hesap mı vardı, hayır. Peki neydi bu adamın derdi? Bırakalım da kendisini ifade etsin. Çocukken aldığım piyano derslerini hatırlıyorum bu sayede. Ah o piyano dersleri.. Bu ne ya, ah o piyano dersleriymiş peh. Biz dedik belki birşeyler çıkar altından ama altı üstü bir öğrenci öğretmen aşkı çıktı. Neyse yaşına hürmeten devam ediyoruz. Toplama kampından çıktıktan sonra din ile aramda herhangi bir bağ kalmamıştı zaten. Tek derdim çocukluğumun o güzel günlerine, gestapo tarafından kirletilmemiş o güzel günlere dönebilmekti.

Gözlerimizdeki yaşları silmeye fırsat bulamadan kadına dönüyoruz. Ondan da duygu dolu bir hikaye beklerken anlatmaya başlıyor. Ev işlerinden çok sıkılmıştım, bulaşık/çamaşır/yemek derken bi değişiklik olsun dedim. pazar günü ayin çıkışı peder efendi çağırdı beni yanına, kilise korosuna adama ihtiyacı varmış. düşünür müsün dedi. dedim tabi. niye düşünmiyim? zaten beyi de götürdüler çalışma kampı diye dönmedi gitti, artık başkasını mı buldu, ne yaptıysa?

İlk adam farketmiş kadını. Koronun içinde diğerlerinden ayrık duruyor, vokal kısımlarına da titrek bir sesle eşlik ediyordu. Peder çalışma sırasında sıkça koroyu durdurup uyarmak zorunda kalmıştı hatta.
Adam tam hikayeyi kendi açısından anlatmaya başlamıştı ki kadın giriyor hemen söze, e ne olacaktı, yeni bir ortama girmişim üzerimde bir çekingenlik, hem yıllardır bulaşık aşağı, çamaşır yukarı düzeninde ilerlemiş hayatım. üzerinden yıllar geçmiş hala nasıl hatırlıyor beni, insan iki çift güzel laf söylemez mi beyoğlum sen söyle.

Çiftimizi yıllanmış tartışmalarıyla geride bırakırken aklımı kurcalayan binlerce soru var..

Din dersinden hep en iyi notlarla geçmiş ateist bir ressamın eserlerini görüyorsunuz yukarda. Krakov'da pazar günleri kurulan geleneksel boncuk ve resim pazarında resimlerini sergiliyor her hafta. Sağolsun kırmadı bizi ve kendisiyle resimlerinde kullandığı temalar, ilham kaynakları ve hayat üzerine kısaca sohbet etme fırsatı bulduk. Teşekkürler Pawel!

The non-german population of the eastern territories must not receive any education higher than that of an elementary school with four grades. The objective of this elementary school must simply be to teach simple arithmetic up to 500 at the most, how to write one’s name, and to teach that it is god’s commandment to be obedient to the germans and to be honest, hard working, and well-behaved. I consider it unnecessary to teach reading. 
Heinrich Himmler
Kariyer ruhu özgürleştirir!


Prenses Olmak için Prense İhtiyacı Olmayanların Şehri

Prenses Olmak için Prense İhtiyacı Olmayanların Şehri

  • 5
Barbican, prenses kızlarını aşıklarından saklamak amacıyla kralların yaptırdıkları kuleleri bizlere anlatan bir kelime. Cümle içinde kullanalım, her gün istanbul boğazından geçip giden yüzlerce vapurda, karşıya geçtiğini iddia eden binlerce insan tarafından fotoğraflanan kız kulesi bu barbican lardan birisi işte.
Hayatını, süper mario misali prensesini bulmak için öteden beriye seyahat ederek geçiren ben için yukarıdaki fotoğrafta yer alan binadan daha cezbedici bir mekan olamazdı sanıyorum. Her seferinde, teşekkürler fekat prenses bir diğer kalede mesajını almaktan da sıkılmıştım netekim. Krakow'a da bu yüzden gittim. Ve işte yukarıdaki fotoğrafta dünyanın en çok prenses saklama kapasitesine sahip barbican ını görüyorsunuz.

Formüllerinde sonsuzluğun tanımını yapmaya çalışan ünlü matematikçi tıkanma noktasına gelmişti. Aslında işin zor kısmını hallettiğini düşünüyordu, matematiksel ispatlar hazırdı ama ne var ki sonsuzluğu gösterecek bir simge bulması gerekiyordu. Arkadaşları defalarca, çalışmalarını yayımlaması gerektiğini simge bulma işini bir başkasının da pekala halledebileceğini, sonuçta önemli olanın formüller olduğunu anlatarak, onu ikna etmeye çalışsa da o bunu kabullenemiyordu.  Sonuçta bu onuru bir başkasına bırakması da ahmaklık olurdu. Sen tut bütün formülleri, teoremleri hazırla ama çalışmanın imzasını bir başkası atsın. 
Günler ve geceler boyu düşündü de düşündü. Odasından çıkmaz, biricik sevgilisi Ida'yı görmez oldu. Sonralarda bir gün sabaha karşı uyandı. Nerdeyim ben diye bir bakındı. Odasındaydı. Nerde olacaktım ki diye hafifçe kızdı kendine. Yerinden kalkıp biraz gerinme hareketleri yaptı, beli tutulmuştu kaç gündür rahatsız yerlerde yatmaktan. Akşam sabah erken kalkıp çalışırım diye erkenden yattığını hatırladı birden ve  masasına doğru ilerledi. Uzun çalışmalar sonrası hayatının işini tamamladığı o masanın üzerinde yanyana duran iki sokak simidini işte o anda gördü. Sevgilisine, memleketten gelirken sokak simidi almasını tembihlemişti. Krakov'da ne sokak simidi vardı ne de pastane simitleri varşova'daki o sokak simitlerinin yerini tutuyordu.
İşte bu, bir sevgilinin varşova'dan krakov'a taşıdığı o iki sokak simidinin ve bize armağan ettiği sonsuzluğun hikayesidir.

Telefonda, babaaa sen bana karşıya geçemezdin demiştin ya işte ben bugün karşıya geçiyorum diye çığıran bir çocuğun konuşmasına kulak misafiri olmuştum zamanında vapurda. 
E benim gerizekalı oğlum diye cevap verdi karşıdaki ses ve devam etti, ben sana karşıya geçemezsin demedim, kendini karşındakinin yerine koyamazsın, onun acılarını, düşüncelerini, hissettiklerini anlayamazsın, kendi bencilliğin içinde boğulursun da bir sefer olsun kafanı çıkarıp insanlar neler yaşıyor diye bakamazsın dedim. 
Hanım biz ne yaptık söyle bana, bu frankeştaynı nasıl yarattık? 
Ah benim golemim! Seni insanlığa daha fazla bir faydan olur belki diye en iyi okullarda okutmadık mı, herkes akın akın güvenli sitelerde konaklamaya giderken biz mahallemizden ayrılmadık. Gör istedik, yapmacık olmayan dünyayı da. Paylaşmanın önemini anlatmadık mı defalarca, göstermedik mi her insanın senin gibi şanslı olmadığını, insanların ailelerini seçemiyeceğini ve bu yüzden sokaklarda veya gecekondu mahallelerinde yaşamasının haksızlık olduğunu. Bir gün yokuş aşağı sahile inerken seninle, yıldızları gösterip onlar işte hayaletler demiştim de sen bir soru bile sormamıştın yahu, işte o zaman anlamalıydım bizi nasıl bir geleceğin beklediğini.
İşte sonunda geldiğimiz nokta belli, karşımıza çıkan sensin. İnsanlığa, insanlığın tüm değerlerine karşı dimdik duran bir homo sapiens. Bir de beni arayıp karşıya geçiyorum diyor ya. Yıllar önce go home yankee diyen ben, yıllar sonra kendi ışid'imi, saddam'ımı yaratacağımı nerden bilebilirdim ki?
Karşıdaki tiradın sonlandığını farkedince çocuk telefonu koyduğu yerden aldı ve tamam o zaman akşama görüşürüz diyerek kapadı.

Her gittiğim şehirde, oranın türkiye'nin ankarasına mı yoksa istanbuluna mı denk olduğuna dair uzun uzun düşünürüm. Kararımı verirken de şehrin yaşayanlarına, sokaklarının düzenli olup olmamasına, trafik durumuna ve pek tabii denizi olup olmamasına bakarım. Eğer oranın istanbulun eşdeğeri olduğuna kanaat getirirsem bu kez ayrı bir macera başlar benim için. Hele bir de zamanım az ise o kadar zordur ki benim için oranın istiklalini bulmak. İşte gittiğiniz şehirlerde daha bir keyifle gezebilmeniz için güzel bir öneri. Mesela benim şimdiye kadar dünyanın dört bir yanında keşfettiğim onsekiz istiklal var kayıtlarımda. Peki sizin?


Kutsal Üçleme'de İnecek Var

Kutsal Üçleme'de İnecek Var

  • 0
You can’t, if you can’t feel it, if it never
Rises from the soul, and sways
The heart of every single hearer,
With deepest power, in simple ways.
You’ll sit forever, gluing things together,
Cooking up a stew from other’s scraps,
Blowing on a miserable fire,
Made from your heap of dying ash.
Let apes and children praise your art,
If their admiration’s to your taste,
But you’ll never speak from heart to heart,
Unless it rises up from your heart’s space.

― Johann Wolfgang von Goethe, Faust: First Part
Giysi bizimle hiçlik arasına girer. Vücudunuza bir aynada bakın: Ölümlü olduğunuzu anlayacaksınız. Parmaklarınızı kaburga kemiklerinizin üzerinde bir mandoline dokunur gibi gezdirin: Mezara ne kadar yakın olduğunuzu göreceksiniz. Giyimli olduğumuz içindir ki ölümsüzlükle böbürleniriz: Bir kravat takıldığında nasıl ölünebilir? Giyinip süslenen ceset kendini iyi tanımamaktadr ve ebediyeti hayal ederek bunun yanılsamasını sahiplenmektedir. Et iskeleti örter, giysi eti örter: Tabiatın ve insanın ince kaçamakları, içgüdüsel ve itibarî aldatmacalar: Bir beyefendi çamurdan ve tozdan yoğrulmuş olamazdı… İtibar, saygıdeğerlik, kibarlık – çaresizlik karşısında bir sürü kaçış yolu. Bir şapka taktığınızda, ana karnında günler geçirdiğiniz ya da solucanların yağlarınızı tıka basa yiyecekleri kimin aklına gelir? 

― Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı
Zamanın birinde, kopernik'ten çok daha önce, dünyanın döndüğünü vücudu etrafında çevirdiği halka ile insanlara açıklayan ve onların güneş sistemimizi biraz daha yakından tanıyabilmelerine olanak sağlayan bir kadın yaşarmış. 
İsmini bilmediğimiz bu kadının iç ferahlatan nefesini, üzerinden geçen onca yıla rağmen üzerimizde hissetmemizi ise onu cadı olmakla suçlayan ve diri diri yakan kilise bile engelleyememiş.


Aşklarını Sert Sessizleri Yumuşatmadan da İfade Edebilenlerin Şehri

Aşklarını Sert Sessizleri Yumuşatmadan da İfade Edebilenlerin Şehri

o sonsuzdan bu sonsuza
misafirim ben misafir
kiminleyim, kimim bilinmez
hayat bildik biz bu tadı
dünyaya geldik geleli
pervaneyiz biz, bilinmez

Bir Sevda Şarkısı, Fikret Kızılok

Ökkeş, modern zamanların büyük aşığı olmayı kendine şiar edinmişti. Aşık olmasına aşık oluyordu, hem de bir gün içinde onlarca farklı kadına lakin hedefinde bir sonraki aşamaya geçebilmesi için alması gereken asgari bir hissi karşılık vardı. Onu ne yapacaktı, bilemiyordu. Aynı nehirde belirli bir süre sürüklendikten sonra, aynı sokakta yaşayan çocukluklarından beri aynı sokakta yaşayan komşukızının artık kendisine bakmaktan imtina ettiğini garip bir şekilde farketti. Bu durumu anlamlandırmaya çalışınca ökkeş kendini kısa sürede, kız bana hiç bakmadığına ve hatta selam bile vermediğine göre utanıyor olsa gerek, gariban kız hislerini açıkça ifade etmekte sorun yaşıyor sanırım noktasında buldu.

Ökkeş en doğrusunun herşeyi zamana bırakmak olduğuna karar vereli beri haftalar geçmişti. Zaman geçiyordu geçmesine işin o kısmında hiçbir sıkıntı yoktu. Hatta bazen ökkeş zamanın işi abarttığını bile düşünüyordu. Günler ona nispet yaparcasına göz açıp kapanıncaya kadar tamamlanıyordu sanki. Ya da aşkın yan etkilerinden birisi de buydu, kim bilir. Aynı şeyleri sevdiğceği de yaşıyor mu diye bir sabah yine göz ucuyla süzdü ama yok yine hazır değildi sevdiceği. Ne yazık!

Bir gün uyandığında, ökkeş kendini boeing marka bir uçağın içinde buldu. Uçak istanbul'a doğru ilerliyordu, haritadan görünene göre pek bir yol da kalmamıştı geriye peki ama nereye gitmişti? Arkadaşları hangover hikayelerini ballandıra ballandıra anlatırken içinden hep benim neden böyle bir anım yok ki, bu kadar kontrollü olduğum için hep. aslında biraz kendimi rahat bıraksam.. diye geçirdiği için mi gelmişti bunlar başına. Peki ama bu saçmalığa nasıl bir alkol neden olabilir di ki? Biraz düşündükten sonra, çatallı sesiyle aşk diye mırıldandı kendi kendine -   bu mırıldanma seromonisi kendini uçağın haluk bilginer'i olarak konumlandırmasına neden oldu ama neler olduğunu hatırlamasına yetmedi.

Görüyorsunuz ya aşk sarhoşluğu hiçbir şeye benzemiyor işte sevgili okur, pasaportu/vizesi olmayan ökkeş'i, notre dame'ın kamburunu görmeye taa paris'e götüren aşk sarhoşluğu hali kim bilir size neler yapmaz? Onun içindir ki iş yerinizde, yolda yürürken ve hatta moda sahilde dikkatli olun, ortalık bir gün size selam verip gülümseyen, ertesi gün ise sizi görmezden gelerek size olan aşklarını bu şekilde ifade etmeye çalışan kadınlarla dolu. Kardeşlerim! Kendinizi aşkın sarhoşluk halinden koruyun. 
 
à boire! donnez-moi à boire!

Quasimodo 

Bir Pakt Şehri Olarak Varşova

Bir Pakt Şehri Olarak Varşova

  • 0
The middle classes have a truly extraordinary conception of society. They really believe that human beings ... have real existence only if they make money or help to make it.

― Friedrich Engels, The Condition of the Working Class in England
İstanbul'da iki kişi yanyana gelerek samanlığı seyran eylemeye çalışsa ya da ortalama bir gözlemeci teyze götünün kapsadığı alana eşdeğer moda sahilinde haftasonu keyfi yapayım da dese, olmuyor. Polonya'da ise hiç öyle değil işler. Bir kere insana saygı var insana, kaldırımdan yola adımını attığın anda arabalar duruyor yahu ve daha nicesi.. 
Hazır polonya ile vizeler kalktı haberlerinin üzerinden de pek zaman geçmemişken bir gitmeyi deneyin derim.

Mutluluğun formülü çok açık demişti İzel zamanında, bir sen bir ben bir de bebek. İnanası gelmiyor değil mi insanın, bence de inanmayın siz izel'in dediğine. O zaman da pek farklı değildi durum ama şimdilerde mutluluk tüketimin karesine eşit durumda. Tek dişi kalmış medeniyetin standartlarını kültür olarak yakalayamayınca daha kolay elde edilebilir versiyonuna tutunuyoruz biz de. Bir telefon, bir çanta, bir gömlek ile ingilizlik standartına erişmek globalleşmenin görmezden gelinemeyecek faydalarından olsa gerek. 

Yapılan son araştırmalara göre türkiye'deki roma dondurmacısı sayısının roma'daki dondurmacı sayısının iki katından daha fazla olduğunu biliyor muydunuz?
Peki, trileçe kasırgasından sonra adım adım yaklaşan beyran tehlikesinin farkında mısınız? Türkiye sınırları içerisinde yayınlanan her blog postuna karşılık yaklaşık on arkadaş ortamında beyran övülüyor, gençlerimiz bu tuzağa birbirlerini hızla çekiyor ve dahi itiyorlar.

Cabin Crew Slide Disarm and Cross Check

Cabin Crew Slide Disarm and Cross Check

  • 0
Girdiğim her ortamda, içinde bulunduğum koşullara en uygun şekli almaya çalışırım. Genellikle konuşulan konularda kendim bir fikir üretmektense sohbetteki hakim görüşü destekleyici ifadelerde bulunmayı kendime amaç edinirim ve bundan dolayı da her ortamda kısa süre içinde kabul görmüşümdür. Konuşma içinde hakimiyetin bir düşünceden diğerine kaydığını mı gördüm hemmen olabildiğince hızlı diğer tarafa atarım kapağı. 
Oniki kızgın adamda rüzgarın sekiz numaralı jüri üyesinin arkasından esmeye başladığını gördüğü anda çocuk suçsuz arkadaşlar, daha neyin tartışmasını yapıyoruz, çocuğun aleyhine inandırıcı bir kanıt bile yok yahu cık cık cık.. hala neyin tartışması bu anlamış değilim açıkçası. gibisinden görece sert ve riskli bir çıkış yaparak sanki en baştan beri suçsuzcuların tarafındaymışım intibası yaratmayı başaran adamım ben.
Günlük hayatta en çok sarfettiğim kelimeler topluluğu aslında sen de haklısın. Yine de benim bile hak veremediğim insanlar olmuyor mu, e oluyor tabi. Mesela grevdeki işçiler, kürtler, ermeniler, rumlar, süryaniler, romanlar, aleviler, ezidiler, suriyeliler, eşcinseller.. yani devletimiz size daha ne yapsın anlamıyorum ki, bu ülkenin cumhurbaşkanı koltuğunda kürt bir adam oturuyordu ya daha nedir yani!
Bazen kendimi bundan binlerce yıl önce homo sapiensin yanında yaşamanın kendileri için daha faydalı olacağını kestirerek evcilleşme yoluna giden canis lupus gibi görüyorum. Hem çeşitli milletlerin kuruluş mitolojilerinde kurt referanslarının olması da düşüncemin ne kadar doğru olduğunu söylüyor bana.

Şimdilerde yabancı dizilerin ne kadar popüler ve sohbet açmak için de ne kadar elverişli topraklara sahip bir konu olduğunu bildiğimden ilerde herkesin tutkunu olacağını düşündüğüm dizileri ayıklayıp herkesten önce, mümkünse daha pilot bölümü yayınlandığında izlemeye çalışırım. Geçen gün elmayı aslında nasıl yemem gerektiğine dair bir vidyo izledikten sonra artık elmayı yemeye alttan başlar oldum ve bu bile bana şirket sınırlarında yeni sohbet fırsatları doğurdu. Söyleyin bana bu az şey mi? İnsanların yalnızlıktan, asosyallikten kırıldığı bu modern günlerde ben, sinemanın sessiz çağındaki charlie chaplin kadar popülerim.

İşte hemen yukarda da modern insanın yalnızlığını gösteren temsili bir fotoğraf görüyorsunuz.

Madeleine Zimmer: Do you think one can live alone? Always alone. 
Paul: No, I don't think one can, it's impossible. Without tenderness you'd shoot yourself. 
― Jean-Luc Godard, Masculin Féminin

Hergün Bir Şarkı Adeta #41

Mirc kanallarında ben türkçe müzik dinlemiyorum diye dolaşmamızın üzerinden onbeş yıl geçmesini, perdesiz gitarın mucidi -slm umut- Erkan Oğur'un bu güzel şarkısı ile taçlandıralım.
Banksy'nin İzinde III

Banksy'nin İzinde III

  • 0
ratatouille 1.2m: Kavalcının köyü terketmesi ne acı, çok da güzel çalıyordu halbu ki :(
ratatouille 0.8f: Ya bişey diycem biraz takip etmesek mi kavalcıyı, hem müzik ruhun gıdası derdi babannem.

Esnek çalışma saatlerine uygun, baskı altında doğru kararları verebilecek nitelikte insanlar kümesi bir masa etrafında toplanmış, alınması onlarca karar üzerinde hararetle konuşuyorlardı. Çalışan masraflarındaki artış, taksi fişi kullanarak kendine ek gelir yaratmanın ciddi bir iş kolu haline gelmesi, çalışan verimliliğinin daha efektif bir şekilde nasıl kontrol edileceği konuştukları konulardan sadece birkaçıydı. 
O anda kral arthur ve şövalyelerinden tek farkları masanın yuvarlak değil de dikdörtgen olmasıydı. En azından içlerinden birisi böyle olduğunu düşünüyordu. Bir diğeri, çalışma arkadaşlarına çaktırmadan  kızarkadaşıyla akşam yemeğe gidecekleri hint restoranına rezervasyon yaptırmakla meşguldü. Birisi, son zamanlarda da çok kilo aldık yahu, spora başlamak lazım. İyisi mi bugün eve gider gitmez eşofmalarımı üstüme geçirip parka yürüyüşe gideyim. Takım elbisenin altında eşofmanla işe gelsem, hem eve uğramama da gerek kalmaz. İyi fikir. diye derin mi derin düşüncelere dalmıştı. Arkadaşları, onun toplantıdan koptuğunun pekala farkındalardı. Farkındalardı farkında olmasına ama adamın kısa süre önce belalı bir boşanmayı geride bıraktığını bildiklerinden ona hoşgörülü davranmaya karar verdiler. Az önce rezervasyon yaparken bıraktığımız, nispeten daha genç olan kahramanımız, rezervasyonu kimseye çaktırmadan halletmiş, tamam bu sene pek de iyi bir zam kapamadım ama şu adamın yerinde olmadığım için şanslıyım valla, iyisi mi bu gece sevgilime bir sürpriz yapayım da ilişkim sağlamlaşsın. diye düşüncelere girişmişti kafasının içinde. Tam ne kadar güzel bir ilişkisi olduğunu düşünerek kendini gaza getirmeye başlayacaktı ki insan kaynaklarından desmond, john bey fransa açıklarında gemileriniz battı herhalde, derin düşünceler içerisindesiniz, hayırdır.. şeklinde, şakayla karışık bir ifadeyle uyandırdı onu. En azından şimdilik bu kadarı yeterdi bu ona.
Biz masadan ayrılırken desmond, insan kaynağı olmanın gereğini yerine getirdiğinden olsa gerek yüzündeki kendinden emin ifadeye eşlik eden gülümsemesiyle uğurluyordu bizi..

You have to systematically create confusion, it sets creativity free. Everything that is contradictory creates life 
― Salvador Dalí

Hergün Bir Şarkı Adeta #40

  • 0
Yedi ölümcül günah ve her biri ayrı bir günahtan sorumlu yedi ayrı şeytan. 

-- Dinlerken öğreniyoruz köşesinden merhaba!
Bizdeki şeytan kelimesinin karşılığı olarak hristiyan mitolojisinde lucifer, devil ve satan gibi farklı kullanımların olması ilgimi çekmiştir. Bu ilginin karşılıksız kalmayıp öğrenme edimiyle karşılaşması için bugünün gelmesi gerekiyormuş. Evet. Bu kullanımlardan lucifer, bizim şeytan dediğimiz protagonistin cennette yaşarkenki ismi, satan ve devil ise tanrıya karşı çıkıp dünyaya düşürüldükten ve kötücül hale geldikten sonra kendisine verilen ad imiş. Bu konu hakkında dönen ve daha fazla bilgi içeren bir tartışma için şu taraftan gidebilirsiniz. İzler henüz sıcak.
-- Bir dinlerken öğreniyoruz köşesinde daha buluşuncaya dek!

Yalnız şarkı güzel şarkı, sözünü etmeden geçmeyelim.
Hope for Humanity

Hope for Humanity

Anarchy wears two faces, both creator and destroyer. Thus destroyers topple empires; make a canvas of clean rubble where creators then can build another world. Rubble, once achieved, makes further ruins' means irrelevant.

Away with our explosives, then!

Away with our destroyers! They have no place within our better world.
But let us raise a toast to all our bombers, all our bastards, most unlovely and most unforgivable.

Let's drink their health... then meet with them no more.
― Alan Moore, V for Vendetta
X noktasındaki kelebek bir kanat çırpınca y noktasında fırtına çıkabileceğine inanıyorsun da güzel kardeşim burda yaptığın aşırı tüketimin dünyanın dört bir yanında insanları yokluğa ittiğini anlaman niye bu kadar zor? 
Sırf sen artık anla diye bağzı şeyleri, boktan şafak sezer filmlerinin içine aşırı tüketimin sonuçları gibi konularla ilgili 25. kareler yerleştirdik. Şimdi bırak da beyninin hiç kullanmadığın kısımlarında kimyasal tepkimeler gerçekleşsin. 
Anlıyorum. Yediğin radyasyonlu fındıklar, içtiğin çaylar seni xavier'in bir öğrencisi değil de ebleh faşistler ordusunun yılmaz bir neferi haline getirdi ama artık vakit tamam. Dönüş!
 
Dünyaya başkan olsun diye, her türlü imkanı emrine sunarak yetiştirmekte olduğunuz çocuklardan bir sevgi kırıntısı bile göremeyeceğiniz yıllar yaklaşmakta. Antidepresan ilaçlarla beslediğiniz çocuklar sizi birbirinize kırdırırken, güzel bir akşamüstünü daha da güzel hale getiren meltem kulaklarınıza fısıldayacak, devletine karşı uslu bir çocuk ve lakin kötü bir insan oldun, sonunun ne olacağını sanıyordun ki..

Peter da bir sabah uyandı ve vücudunda bir değişiklik olduğunu hissetti. Tüm gece yerde yattığı için beli tutulmuştu, yavaş hareketlerle ayağa kalkıp çekmecenin üzerindeki gözlüğünü aldı. İçinde kötü bir his vardı. Amerika'da yaşadığı için elini yüzünü yıkamaya, işemeye felan odadan çıkmasına gerek yoktu. Hayatı boyunca amerika'da yaşamış olmasına rağmen anlamsız şekilde bu duruma sevindi ve o sevinçle odasının içindeki banyoya yöneldi. O anda karma devreye girmiş olacak ki ayağını sehpanın ayağına çarptı. Dünyanın uzak bir köşesinde çok normal olan bu yaralanma biçimi amerika'ya çok yabancıydı. Peki üst üste bu şaşırtıcı olayların Peter'ın başına gelmesi bir tesadüf müydü? Peter kafaya takmayan bir delikanlı olduğu için, bu soruların hiçbirine takılmadı. Takılmamakla da kalmadı şeffaf sarı renkte işediğini görünce sevindi gariban. Ama bir dakika yanlış bir şeyler dönüyordu, gözlüğünü takmasını rağmen dünyayı bulanık görüyordu. Bunu rahatsız edici buluyordu ama işerken aynaya dönüp kendisini izledi. Bunun yaşadığı durumu çözmekte bir yararı olmadığını anlayınca gözlüğünü çıkardı ve herşeyin netleştiğini gördü. Peki ama bu nasıl olurdu? Tamam pazar ayinlerine aksatmadan katılıyor, her gece yatmadan, okunmuş ekmeğini yiyip şarabını içmeden yatağa yatmıyordu. Ama.. Yine de.. Az önce içini saran kötü his yerini şaşkınlığa bırakmıştı. 
Dün gece yaşananlar ile alakalı bir durumlar olduğunu hissediyordu ama bir türlü neler olduğunu hatırlıyamıyordu. Derken May hala bağırdı aşağıdan. Kahvaltı hazır Peter, hadi uyuşukluğu bırak ve aşağı in!
 
Yukarıdaki fotoğrafta yer alanlar profesör xavier'in dersi kırmış mutant öğrencileri. Havaların ısınmasıyla gevşeyen gönül yayları onları camden'da bir iki bira içip, geleni geçeni kesmeye yönlendirmiş. İçlerinden birisi benim de yakın bir arkadaşım olur, kendisi dinlediği müziği yüz mimikleriyle çalabildiğini/canlandırabildiğini iddia ediyor.


Hergün Bir Şarkı Adeta #39

  • 0
Dans etmeden devrim olmuyorsa ve dans etmenin kendisi güzelse, e o zaman hatice ile gönül eğlendirmeye bakalım. netice ne olursa olsun.
Umutsuzluğun o çekici, ne yaparsan yap birşey değişmez halinden sıyrılıp da  umudun değişebilir haline geçmek de pek güzel ve dahi eğlenceli yahu.
Red Right Hand

Red Right Hand

Beklediğin sevgili çeyrek geçe vapurunu kaçırmış, hayallerin hava muhelefeti nedeniyle başka bir havaalanına yönlendirilmiş, beklediğin o trene ise an itibariyle ulaşmak ne mümkün. Üzerinde devasa oyunlar oynanırken senin birlik ve beraberliği yaşayabileceğin tek bir kişi yok çevrende.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi iskoç partisi kendi bölgesinde bütün oyları toplamış. Ülkenin durumu, dolayısıyla da doların sterlin karşısındaki durumu ne olacak diye  düşünmekten hayatının boktanlığını, tekdüzeliğini göremez hale gelmişsin. Çocuğun bakıcısının maaşını dolarla ödediğinden dolayı ettiğin zarardan, evi doğru düzgün temizleyemeyen temizlikçinin sigorta diye tutturmasından ve en çok da işte insanla uğraşmaktan yakınıyorsun. Aslında işi bırakıp ev işlerine yönelsen daha karlı bir aile anlaşması olabilir ama o zaman da kendini nasıl önemli hissedeceksin, sonbahar geldiğinde yapacağın organik tarhana ile yeterince ilgi çekebileceğini düşünmüyorsun. Şu kahrolasıca hayatında kaydadeğer bir bok yaptığın da yok ama naparsın ki insanla uğraşmak çok zor. Sabahları içmeden ayılamadığın kahveden bile eski tadını alamıyorsun.

Çevrendeki kalabalığa aldırmadan telefonuna sarılıyorsun ve arama çubuğuna şu iki kelimeyi yazıyorsun, "istikrar pornosu". tam da ihtiyacın olan şey bu, istikrarsızlığın getireceği ekonomik sıkıntıların eşinde iktidarsızlığa yol açabileceğinden korkmana gerek yok artık. her şey güzel olacak, tek bir tanrı, tek bir devlet, tek bir millet, tek bir iktidar var. rahatla ve boşal.

Take a little walk to the edge of town
and go across the tracks
Where the viaduct looms,
like a bird of doom
As it shifts and cracks
Where secrets lie in the border fires,
in the humming wires
Hey man, you know
you're never coming back
Past the square, past the bridge,
past the mills, past the stacks
On a gathering storm comes
a tall handsome man
in a dusty black coat with
a red right hand

Pislik içinde yüzen arka sokakların şairinin söylediği gibi atına atlayıp karanlık sokaklara yöneliyorsun. kendini iyi hissetmek için mültecilerin sefaletini görmen gerekiyor ve yetmezse birkaçını da pataklarsın belki. parasını verdikten sonra... iki kuruş için yapmayacağı şey yok bu insanların. ne kadar da gurursuzlar. ölmek yerine buralara gelip sokakları kirletiyorlar.