yer aldığı uçsuz bucaksız düzlüklerden dolayı serengeti adını almış topraklardayız artık. yıllarca samanyolu tv'de izlediğim kratt kardeşlerin çeşitli çılgınlıklar yaptığı o bozkırda. kratt kardeşleri izlediğim bozkır, o tahıl ambarı geldi aklıma buraları görünce.. diyesi oluyorum. boğazımda tıkalı kalıyor kelimeler. arabamızın tam da benim oturduğum tarafında dişi bir aslan peydah oluyor. beraber aynı yöne ilerliyoruz da dönüp bir bakmıyor bile. bu arada çocukluk nostaljisi de yarım kalıyor. e vahşi yaşam insana tüm çocukluğunu unutturuyor tabi, yalan oluyor o çölleşmekte olan tahıl ambarı da.
dün gece bob marley'in oğlu ziggy marley ile adaş olan rehberimiz, yani adamın adı ziggy, bir başka grup için bizi arkada bırakmıştı. şimdi, ilerde sıklıkla kuşak çatışması yaşayacağımız mümin rehberin zamanı başlıyor.
e be mümin kardeşim.. e be mümin kardeşim.. siz namaz kılıyonuz mu bakiym diye lafa girip, devamını biz müslümanlar niye birbirimizle savaşıyoruz ki çok saçma, hepimiz kardeşiz haksız mıyım.. şeklinde getirip, hem de bizden nasıl bu sohbetin içinde yer almamızı bekliyordun? bizim için başlamadan bitmişti herşey.
e be mümin kardeşim.. e be mümin kardeşim.. siz namaz kılıyonuz mu bakiym diye lafa girip, devamını biz müslümanlar niye birbirimizle savaşıyoruz ki çok saçma, hepimiz kardeşiz haksız mıyım.. şeklinde getirip, hem de bizden nasıl bu sohbetin içinde yer almamızı bekliyordun? bizim için başlamadan bitmişti herşey.
o gün, şansımızın da yardımıyla.. şansımızın.. ne şanslı günlerdi be onlar.. burda birşeyi belirtmem gerekiyor. safaride şans kavramı çok önemli. futboldaki top bizi sevmedi meselesinin bir türevi de safari için geçerli. eğer doğa sizi sevmez ise vahşi yüzünü, aslanını, zebrasını felan sizden hep gizler. yani safari maceramız boyunca bize öğretilen bu oldu. uslu olmazsak doğa bizi sevmez imiş, bir bok da göremezmişiz
***
***
pagan kardeşlerim! doğanın sevgili kuluymuşuz ki, safari maceramızda bir leopar ailesinin parçalanmaktan nasıl kurtulduğuna, bir sırtlanın ekmeğini nasıl taştan çıkarttığına şahit olduk. hem de ikisi aynı hikayenin içindeydiler. şimdi hikayenin aktörlerinden dinliyoruz..
anne leopar: o gün erken saatlerde, iki oğlanla uzun çalıların arasından usul usul ilerlerken bir yandan da ilerdeki impala grubunu gözlüyordum. ara ara, birbirlerini itip kakarak şakalaşan çocukları uyarıyor, onlara kaç gündür midemize bir lokma girmediğini, artık avlanmamız gerektiğini söylüyordum. söylüyordum da kime, nato kafa nato mermer.. bir kulaklarından giriyor, diğerinden çıkıyor haylazların. bilirsiniz biz leoparlar çitalar kadar hızlı hayvanlar değiliz, aslanlar gibi grup çalışması da yapmıyoruz, tek tabanca takılıyoruz. çocuklara da bunu öğretmeye çalışıyorum, ilerde ben olmayınca napıcaksınız diyorum ama.. ben söylüyorum ben dinliyorum. bizde dert bitmez efenim, sizi daha fazla bunaltmıyayım. kısa bir koşturmaca sonrası impalalardan daha gençce olan birine dişimi geçirebildim. çocuklar da sağolsunlar yardım ettiler de bu gördüğünüz ağaca kadar sürükledik. ben avla birlikte önden ağaca çıktım, çocuklara da daha önce öğrettiğim gibi yanıma gelmelerini tembihledim. ne var ki aha şu gerizekalı çıkamadı ağaca. bakın, hala da aşağıda! ara ara impaladan parçaları aşağı atarak beslerim biraz dedim. bir parça attım ki sonrasında işte o uğursuz sırtlan geldi, devamı da malum..
sırtlan: öğlen sıcağı geçip de hava biraz serinleyince biraz ayakları açayım, hem de etrafı kolaçan ederim diye gezintiye çıkmıştım. her gün takip ettiğim bir de rotam var. eh yine o rotada ilerliyordum. şimdilerde böyle her gün aynı rotada yürümenin beyni tembelleştirdiğini, çeşitli hastalıklara yol açtığını söylüyor arkadaşlar. lakin ben kaç yıllık sırtlanım, o kadar yıldan sonra alışkanlıklarımı değiştirmem de pek kolay değil. doğa anadan başka korkacak birşeyim yok diyorum onlara da. ah, nerde kalmıştık.. çalıların arasında ilerlerken yolun karşı tarafındaki ağacın üstünde bu leoparları gördüm, avladıkları impalayı afiyetle yiyorlardı. şimdi şunu belirtmek gerek, bu leoparlar öyle çok güçlü hayvanlar olmadığından hem de genelde yalnız takıldıklarından avlarını ağaçlara taşır, orda zıkkımlanırlar. e bunları görünce midede bir hareketlenme oldu tabi ama yapcak birşey yok, ağaca çıkamıyoruz biz, öğrenmemişiz.. derken ağacın altındaki yavruyu gördüm ve kurmaya başladım hemen planı...
ağaca çıkamayan yavru leopar: ne diyebilirim ki. annem daha önce bir kaç kez nasıl ağaca çıkılacağını göstermişti. e biz de denemiştik kardeşimle, çıkmıştık da. yani düşünüyorum, o ağaçlara çıkması mı daha kolaydı, yoksa sabah kırılan tırnağımdan dolayı mı oldu böyle, bilmiyorum. çıkamadım işte çıkamadım, çıkamadım, çıkamadım. tekrar tekrar denedim de olmadı. kardeşim çıktı bana hava atıyor yukardan.. annem diyordu hep tek başına yaşamayı öğrenmelisiniz diye, ben de içimden benim kardeşim var, birbirimize göz kulak oluruz biz diye geçiriyordum. al işte göz kulak, impalayı yalıyor pis herif. kaldım ben aşağıda neyse ki annem bir kaç parça attı aşağı. işte şu sırtlan da çıkıp gelmeseydi...
sırtlan: önce şunu bilmeniz gerek; yetişkin bir sırtlan olarak benim gücüm anne leopara yetmezdi. gücümle böbürlenecek kadar kendini bilmez değilim. ha ama ortada yavru bir leopar olunca işler değişti. planım yavruyu korkutup annenin aşağı inmesini sağlamaktı. böylece av (impala) da aşağı inmiş olacaktı. sonrasını doğaçlama ile halledebilirdim. işte siz de gördünüz, pek bir zorluk çıkmadan kapıp kaçabildim leoparların avını.
anne leopar: yavrumu o sırtlanla karşılıklı görünce nevrim döndü, impala felan düşünemez oldum. o arayı tam hatırlayamıyorum da önce impalayı attım aşağı heralde, alsın siktir olup gitsin diye. baktım ben inene kadar da impalayı kapmış kaçıyordu zaten. bizim ufaklığı bıraktı diye mi sevinsem, avımız gitti diye mi üzülsem bilemedim.
yarın yeni bir gün olacak ve bizim bu yeni günde yeni bir av peşine düşmemiz gerekecek. umutsuz muyum, hayır. doğa ana rızkımızı verecektir. hem ne diyorsunuz siz, enseyi karartmayalım. değil mi?
anne leopar: o gün erken saatlerde, iki oğlanla uzun çalıların arasından usul usul ilerlerken bir yandan da ilerdeki impala grubunu gözlüyordum. ara ara, birbirlerini itip kakarak şakalaşan çocukları uyarıyor, onlara kaç gündür midemize bir lokma girmediğini, artık avlanmamız gerektiğini söylüyordum. söylüyordum da kime, nato kafa nato mermer.. bir kulaklarından giriyor, diğerinden çıkıyor haylazların. bilirsiniz biz leoparlar çitalar kadar hızlı hayvanlar değiliz, aslanlar gibi grup çalışması da yapmıyoruz, tek tabanca takılıyoruz. çocuklara da bunu öğretmeye çalışıyorum, ilerde ben olmayınca napıcaksınız diyorum ama.. ben söylüyorum ben dinliyorum. bizde dert bitmez efenim, sizi daha fazla bunaltmıyayım. kısa bir koşturmaca sonrası impalalardan daha gençce olan birine dişimi geçirebildim. çocuklar da sağolsunlar yardım ettiler de bu gördüğünüz ağaca kadar sürükledik. ben avla birlikte önden ağaca çıktım, çocuklara da daha önce öğrettiğim gibi yanıma gelmelerini tembihledim. ne var ki aha şu gerizekalı çıkamadı ağaca. bakın, hala da aşağıda! ara ara impaladan parçaları aşağı atarak beslerim biraz dedim. bir parça attım ki sonrasında işte o uğursuz sırtlan geldi, devamı da malum..
sırtlan: öğlen sıcağı geçip de hava biraz serinleyince biraz ayakları açayım, hem de etrafı kolaçan ederim diye gezintiye çıkmıştım. her gün takip ettiğim bir de rotam var. eh yine o rotada ilerliyordum. şimdilerde böyle her gün aynı rotada yürümenin beyni tembelleştirdiğini, çeşitli hastalıklara yol açtığını söylüyor arkadaşlar. lakin ben kaç yıllık sırtlanım, o kadar yıldan sonra alışkanlıklarımı değiştirmem de pek kolay değil. doğa anadan başka korkacak birşeyim yok diyorum onlara da. ah, nerde kalmıştık.. çalıların arasında ilerlerken yolun karşı tarafındaki ağacın üstünde bu leoparları gördüm, avladıkları impalayı afiyetle yiyorlardı. şimdi şunu belirtmek gerek, bu leoparlar öyle çok güçlü hayvanlar olmadığından hem de genelde yalnız takıldıklarından avlarını ağaçlara taşır, orda zıkkımlanırlar. e bunları görünce midede bir hareketlenme oldu tabi ama yapcak birşey yok, ağaca çıkamıyoruz biz, öğrenmemişiz.. derken ağacın altındaki yavruyu gördüm ve kurmaya başladım hemen planı...
ağaca çıkamayan yavru leopar: ne diyebilirim ki. annem daha önce bir kaç kez nasıl ağaca çıkılacağını göstermişti. e biz de denemiştik kardeşimle, çıkmıştık da. yani düşünüyorum, o ağaçlara çıkması mı daha kolaydı, yoksa sabah kırılan tırnağımdan dolayı mı oldu böyle, bilmiyorum. çıkamadım işte çıkamadım, çıkamadım, çıkamadım. tekrar tekrar denedim de olmadı. kardeşim çıktı bana hava atıyor yukardan.. annem diyordu hep tek başına yaşamayı öğrenmelisiniz diye, ben de içimden benim kardeşim var, birbirimize göz kulak oluruz biz diye geçiriyordum. al işte göz kulak, impalayı yalıyor pis herif. kaldım ben aşağıda neyse ki annem bir kaç parça attı aşağı. işte şu sırtlan da çıkıp gelmeseydi...
sırtlan: önce şunu bilmeniz gerek; yetişkin bir sırtlan olarak benim gücüm anne leopara yetmezdi. gücümle böbürlenecek kadar kendini bilmez değilim. ha ama ortada yavru bir leopar olunca işler değişti. planım yavruyu korkutup annenin aşağı inmesini sağlamaktı. böylece av (impala) da aşağı inmiş olacaktı. sonrasını doğaçlama ile halledebilirdim. işte siz de gördünüz, pek bir zorluk çıkmadan kapıp kaçabildim leoparların avını.
anne leopar: yavrumu o sırtlanla karşılıklı görünce nevrim döndü, impala felan düşünemez oldum. o arayı tam hatırlayamıyorum da önce impalayı attım aşağı heralde, alsın siktir olup gitsin diye. baktım ben inene kadar da impalayı kapmış kaçıyordu zaten. bizim ufaklığı bıraktı diye mi sevinsem, avımız gitti diye mi üzülsem bilemedim.
yarın yeni bir gün olacak ve bizim bu yeni günde yeni bir av peşine düşmemiz gerekecek. umutsuz muyum, hayır. doğa ana rızkımızı verecektir. hem ne diyorsunuz siz, enseyi karartmayalım. değil mi?