yeni felaketimizi bekliyorum. beklerken boş durmiyim dedim, bir yandan da son günlerde kendime sorduğum soruların yanıtlarını arıyorum. ama önce, geçtiğimiz günlerde dinlediğim slavoj zizek röportajından aklımda yer etmiş bir düşünceyi paylaşmak istiyorum. bunu iklim değişikliği konusunda konuşurlarken söylemişti filozofumuz. tek şansım olabildiğince kötümser olmak ve bir an önce felaketimizin gerçekleşmesini ummak. bu şekilde gelecek felaketten pay çıkarıp kendimizi revize etme yoluna gidebiliriz. hem yeterince kötümser olunca arada, iklim mücadeleri gibi, iyi birşeyler gerçekleştiğinde da mutlu olabiliyorum. beynimde nadasa kalmış bu düşünceler zaman içinde fermente olarak başka bir şeye dönüşmüş de olabilir. bilemiyorum. ama eğer öyle ise bile, bence bu da güzel bir fikir be. zizek, bunu bir düşün istersen.
ben de kendi düşünce çeperimde bir zamandır büyük şehirlerden birinde gerçekleşecek bir felaketin güneydoğu'yu anlamakta güçlük çeken insanların kendilerini gözden geçirmelerine neden olup olmayacağını düşünüyordum. cizre'de insanlar günlerce sokağa çıkma yasağı altında yaşarken bizim hiçbir şey olmamış gibi hayatlarımıza devam etmemizi kabullenemiyorum. cumartesi günki katliam sonrası da ister istemez bu düşüncemden suçluluk duydum. kendimi, insanların hayatları üzerinde deney yapan canavar bilimadamı gibi hissediyordum. düşünceye geri dönersek, eskiden kürtlerin düşmanı dostumdur, ışid'e de bence böyle bakmak gerekir şeklinde düşünceleri olanlar artık en azından bu düşüncelerini kendilerine saklarlar.
şimdi gelelim sorulara, daha önce yaptığım(ız) kabuller üzerine sorular. demedi deme bizi bu yaptığımız ön kabuller bitirecek aysel.
hepimiz, devletin supervised learning algoritması tarafından eğitilmiş yapay zeka denekleriyiz.
sevgili başöğretmenimiz, devlet baba!
hatırlar mısın taa yıllar önce, bize suyun kaynamasından, hendekler kazılarak yayılan bir dinden ve pek tabii tü kaka denilecek örgütlenmelerden bahsetmiştin. sana ne kadar müteşekkirim, anlayamazsın. şimdilerde yine senin o bilge sözlerine ihtiyacım var. hayatıma yeni örneklemler girdikçe, sınıflandırmam bozuluyor. kimyasal bir tıkanıklık yaşıyorum. gayrı öyle bir hal aldı ki, bünyem eski veriler üzerindeki sınıf etiketlerini de tartışmaya açmış durumda. ben ise direnmeye çalışıyorum. venceremos! yine de işler fenaya doğru gidiyor. bu gidişe bir dur demezsek beni bir kez daha eğitmen gerekebilir. bu duruma nasıl mı geldim, hemen anlatayım.
yine günlerden bir gündü. çok da uzak olmayan diyarlarda insanlar ölmeye devam ediyordu. biz ise izlemeye. tarım ve hayvancılıktan sorumlu bir arkadaşım, bir anda tutkuyla uruguay'ın (eski) cumhurbaşkanından bahsetmeye başladı. kendisinin, aman da ne kadar tonton, ne kadar da babacan ve hatta yanakları sıkılası bir kişilik olduğundan bahsetti. ben yeter diyesi oldukça daha bir şevkleniyor ve dur durak dinlemeden bay mujica'yı güzelliyordu. konuşmasının bitmesini sabırla bekledikten sonra konuşmaya başladım. ama arkadaşım, bu kahrolasıca adam zamanında tupamaro gerilla örgütünde iş tutmamış mı? (affet beni devlet baba, gerilla dedim ama biliyorum terör örgütü demem gerekiyordu) bu örgüt çok pis bir örgüt, seni bu adam hakkında konuşurken kullandığın kelimeleri tekrar düşünmeye davet ederim. dedim.
tupamarolar 1968 dolaylarında gitgide artan şiddet eylemleriyle kurulu
düzeni ciddi biçimde tehdit etmeye başladılar. cephaneliklere baskınlar
düzenlediler, binaları kundakladılar, özellikle siyasetçileri hedef alan
adam kaçırma eylemlerine, subaylara ve polislere yönelik suikastlere
giriştiler.
sevgili arkadaşım ne dese beğenirsin, artık örgüt mü kaldı yahu, adam devletin başına geçmiş sen hala neyin peşindesin. hem bak demin anlatırken atladım. mujica maaş da almıyormuş, yoksullara bağışlıyormuş hep. adam tam bir sosyalist. ben ne desem beğenirdin devlet baba? yeter gayrı dedim. bana böyle popülist söylemlerle gelme, dedim ve derhal kalktım masadan. ayakta devam ettim konuşmama. bağış nedir arkadaşım, eğer sen o mevkiye geldiysen bağış yap diye değil, sistemi düzelt diye geldin, senden sonra gelen (tabare vazquez) bağışlamayacak o zaman n'olacak o fakir insanlar hiç düşündün mü? anlamıyorsunuz hiçbirşeyi. dedim ve terkettim sahneyi. kafam o kadar karışmıştı ki bir yerden sonra karşımdaki arkadaşım değil de sanki mujica'ymışcasına devam etmiştim devlet baba. hala inanamıyorum, tam bir delilik haliydi.
biz ki, sizi doğru kararlar verebilesiniz diye binlerce örnek içeren veri kümeleri ile eğittik.
işte böyle. şimdi düşünüyorum da bu gerilla denilen nane güney amerika'dan çıkmış terör örgütlerine verilen yerel bir isim olmasın mı? hatırlıyalım, eğitildiğimiz o zamanlarda bize yüklediğin o örnekler nelerdi. pkk demiştin, terörist diye inletmiştik sınıfı. dhkpc demiştin, çığırmıştık amansızca. şeriat isteyenler demiştin, bir yandan avazımız çıktığı kadar bağırırken atatürk rozetlerimizi göstermiştik birbirimize. gururla.
şimdi gelmiş, tupamaro diyorlar, zapatista diyorlar, farc diyorlar.. ne diyeceğimi. nasıl sınıflandırcağımı bilemiyorum devlet baba, bana sahip çık!
gerillalık, yıllar boyu süren ve sonunda hep güney amerikalıların kazandığı bir mücadeledir.