Kısa

  • 0
Şu birkaç gündür animasyon filmler türünden yapıyorum film seçimlerimi. Bu sene çıkan up ve 2007 yapımı ratatouille'i izledim en son. ratatouille o kadar ilgimi çekmese de, up'ı gayet de sevdim. özellikle bobi sahnelerini, -bana o köpek bobi değildir dedirtemezsiniz- çok beğendim. böyle yuvarlanırken kendimi bir kısmını daha önce de izlediğim, kısa filmler denizinde yürürken buldum. just like jesus. zaten çoğu kişinin izlediğini tahmin ettiğim temel reis, mickey mouse vs. izlediklerimi eklemedim buraya ki kalabalık görünmesin ortalık. bu listenin herhangi bir derin birikime dayanmadığını da not olarak düşeyim.


Presto (2008)
Imdb puanı : 8.6/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : sihirbaz var. tavşan var. havuç var. üçünü kullanarak çeşitli komiklikler. pixar style.


Vinni-Pukh (1969)
Imdb puanı : 8.5/10
Benim puanım : 9/10
Ne diyor : winnie-the-pooh izlemişinizdir atv'de çıkardı yanlış hatırlamıyor isem. bu winnie-the-pooh aslen taa 1920'lerdengelir imiş ben demiyorum, wikipedia diyor. işte vinni-pukh da bu hikayenin rus uyarlaması. çizimleri monami pastel boya takımı ile gerçekleştirilmiş sanıyorum.


Validation (2007)
Imdb puanı : 8.5/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : bi adam var hep somurtuyo bu tamam mı, sonra bişeyler oluyo. bu ilham verici bi pozisyona geliyo, nası oluyo ben de tam kavrıyamadım. bi nevi peri masalı hikayesi. sevenler kavuşuyo merak etmeyin.


Kiwi! (2006)
Imdb puanı : 8.5/10
Benim puanım : 9/10
Ne diyor : birinin master teziymiş heralde bu. vay anasını sayın seyirciler diyorum o zaman. kendime eşik olarak alıyorum bu animasyonu :) hikayesine gelelim, obsesif kompülsif bi kiwi hayvanı var, bunun kısa süren macerası. bu arada kiwi ile tasmania canavarı'nın macerası da pek güzeldi yahu. bi ara samanyolu tivide çıkıyodu tasmania canavarı, hala çıkıyo mu acep?


Tsumiki no ie (2008)
Imdb puanı : 8.4/10
Benim puanım : 9/10
Ne diyor : the house in little cubes anlamına geliyormuş animatik filmin başlığı. nedendir bilinmez kafamdan bir ses kendince başrolün yaşlı amcasına vincent van gogh görevi yükledi. hadi van gogh kümizmin temsilcilerinden biri olsa kübik atmosferden gireceğim, buraya küçük çaplı bir destan yazacağım ama o da yok. neyse kısa kesiyorum madem filmler de kısa.

Signs (2008)
Imdb puanı : 8.4/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : shyamalan kişisinin, mel gibsonlı filmi ile karıştırılmasın. bu başka. ben bunu şivepsin kısa filmler felan diye bi atraksiyonu vardı, orda izlediydim ilk. fena olmayan bi hikaye, sevgiliyle izleyin sarılın birbirinize romantik anlar yaşarsınız hiç olmadı. esas kız da pek güzel bu arada, söyleyin ona, on puan.


For the Birds (2000)
Imdb puanı : 8.2/10
Benim puanım : 8/10
Ne diyor : pixar style bi animatik daha. kıkır güldürecek, içinizi ısıtacak sevimli bir hikaye temalı. üç dakka bişi, hemi de oskar felan kazanmış yahu, izleyin.


Skhizein (2008)
Imdb puanı : 8.4/10
Benim puanım : 10/10
Ne diyor : pek bi beğendim bunu. hiçbişeydemiycemondandolayı.

Cevap hakkı

  • 0
Sondan başlayalım.

kovboy müzikleri pink floyd
aramasıyla uzak diyarlardan gelen insan. unknown location insanı, ne diye gizemli triplere giriyorsun söyle bakalım. unknown location imiş, peh, ilgi çekmeye mi çalışıyorsun sen, dökül bakalım. ya da pink floyd'un kovboy müziği var mıdır ki lan diye iç sesini gugıla vururken nerden geldiğin nere gittiğin belli olmasın mı istiyorsun. tamam bu anlaşılabilir bir durum. senin mokasenlerinle bir süre dolaştıktan sonra anlayışla karşılıyorum seni. mokasen ayakkabı demekti di mi, ben ona göre kullandım yani. yanlış anlaşılmaya meyil yok! dur yolcu!

rachel bilson popomundo aramasıyla yarışmamıza taaa polonyolardan katılan genç insan, krakow nasıl soğuk mu, üşüyor musun? eğer ki amacın buysa, rachel bilson'ın popomundoda oynadığı karakteri öğrenip de ne yapacaksın merak ediyorum, ona serenat mı yapacaksın, yemeğe mi davet edeceksin yoksa ayak üstü iş mi pişireceksin.. bunlarla kazanamazsın rachel'i haberin ola. bak çok güzel grubum var thevenin isminde sana onu satayım üç beş kuruş girsin benim de cebime, ne dersin? tamam, çık dışarı diyecem, onu da diyemiyorum hava soğuktur donar kalırsın netekim. neyse tamam çıkma ama daha yararlı şeyler ara internetlerde, mesela plüton neden gezegenlikten çıkarıldı, plütonu gezegenlikten çıkaran meclis kimdir nedir, bu olayların arkasında hangi israil komplosu vardır felan. bunlarla ilgilen biraz da, bir de çok merak ediyorum sizde de dış mihrak var mı? hemen google translate ile çevirip bir kez daha soruyorum. Czy też nie wybuch? vay anasını 2009'un sorusu bu olsun he mi. bi de yakalamışken seni, orda hala icq kullanılıyo mu? bi de asl?

avusturya wien'den rockn coke poster font beklentisiyle düşen arch angel. sana mutlu haberi vermek isterdim emmeee olmadı, olamadı. bulamadım aradığın yazı tipini. yine de üzülme sen he mi, hem rockn coke fontu pek de güzel değil sen
helveticadan şaşma bence. bi de rockn coke'a bu sene kimler katılcak biliyon mu hiç. ben bilmiyom hiç. ama sonisphere festivali varmış gitmiş geri gelmiş felan bu sene türkiye'de de olcak hatta iron maiden, slayer gelcekmiş diyorlar ordakiler burdakiler. haydin keep rollin.

en sona seni bıraktım kırıkkaleli. sen bu bloga gugıl aramalarıyla gelen, gördüğüm en şahane insansın. tam da istediğin yere geldin umuyorum ki aradığını buldun. beni cepten felan istediğin zaman arayabilirsin. nasıl buralara geldiğini söylemeyerek de gizemli bir ortam yaratıyorum ki daha çok ilgi çekeyim. evet yukarıdaki elemandan öğrendim. az önce iki kere çaldırdı bu, aradım. abi valla öle diyon ama bu gizemli tripler sonrası tadından yenmez çevre edindim kendime sen de denemelisin bence, öptüm bay. dedi kapadı.

bu arada dip not niyetine şunu belirteyim ki; son günlerde müzik kategorisindeki yazı sayısının otuzbirde sabit durmasından mütevellit sanıyorum, 31 aramasıyla bloga giren ergen ruhlu sayısında önlenemez bir yükseliş var. burdan onlara da bir çift sözüm olsun. dağılın lan.

si yu leytır eligeytır.

Fisyon mutfağı

  • 0

şimdik mutfak felan dedim ya, ordan devam edeyim yine. yahu bu vedat milnor ne iştahlı yemek yiyen bir insan evladıdır. otuz saniyeden daha fazla izliyemiyorum ntvdeki programını netekim karnım guruldamaya başlıyor.
yaptığım araştırmalara göre çorba, pudink gibi karıştırmayla hazırlanan yemeklerde gaza getirici müzik dinlemenin kaynama süresi üzerinde olumlu etkileri var. sözüm size isviçreli bilim adamları bundan haberiniz var mıydı bakiyim? öte yandan misal the clansman benzeri bir şarkıda elinizde tahta kaşık breyvhartın mel gibsonı gibi friiidıııım diye bağırır vaziyette bulabilirsiniz kendinizi, bu da doğal olarak, sağda soldaki yemek izlerinde yüzde yirmiye varan artışa neden oluyor. araştırmamı beş şarkı ile örneklendirdim ve kullandığım çorba/pudink çeşitlerini de karşısına yazdım. hayırlara vesile olsun. bu arada ben de nba stüdyo izleyim. toronto, hidayet, gerardini felan diyolar hep kaçırdım. neyse reklama girdiler. oha mona lisa'nın soyadı gerardini'ymiş, tesadüfe bak elimi attığım kelimeden tarih akıyor resmen. vay anasını.

1. iron maiden - the clansman/kınor analı kızlı çorbası
yukarıda bahsettiğim şekilde elimde tahta kaşık üsküdar'a gider iken buldum kendimi. kaynama hızı yüzde yirmi üç arttı.

2. metallica - master of puppets/aşure
ay lav aşure veri maç. gelecek hafta da pişicek aşureler oh oh. komşular bolca getirseler bari. anne aşuresinin yerini tutmaz gerçi.

3. sex pistols - god save the queen/annemin tarhana çorbası
geleneksel tarhana çorbasını, sex pistols eşliğinde pişirmek çorbanın tadında acımsı bir değişime neden oldu. bu da tad olarak gurmemizin görüşünü olumlu etkiler diye düşünüyorum. benim puanım dokuz sana kankam.

4. haggard - the origin/ötker muzlu-bitter çikolatalı füzyon pudink
kendimi zaten böyle dünya harikası bir pudink yapacağım için ekstra motive etmiş iken bir de bu müzik. oy oy oy. kendimi dünyayı 2012'nin gazabından kurtaracak adam olarak görmeme sebebiyet verdi. uygun adım gidiyordum elimde blendır sapı.

5. tord gustavsen trio - at home/annemin gendime çorbası
karıştırırken uykumu getirdi, dalmamla çorbanın dibini tutması birbirini taki etti. dolayısıyla pek bir olumlu etkiden bahsetmek söz konusu değil. üstüne bir de azar işit :(

Füzyon mutfağı

  • 2


Selaaam, ya ne diycem. bazen acıkıyorum biliyon mu canım içli köfte felan çekiyo, efenime söyliyim iç pilavı, kıymalı fırında makarna felan çekiyo. yok fırın kıymalı değil anlatım bozukluğu oldu kıymalı makarna fırında. neyse. karnım doymuyo bari gözüm doysun diyerekten bu yemek biloglarında dolaşıyorum kendi başıma. i am a lonely kovboy. bazı terimleri varmış bu yemek işinin de onlar gözüme çarpıyo. misal füzyon mutfağı diyo kimisi. neymiş bu kimyasal tepkime felan mı aceba? ya da bu göz kararı olayını ben niye hiç beceremiyorum? bu sorulara cevap bekliyorum. demişken benim de yemek kültürüne çam sakızı çoban armağanı misali bi katkım olsun diyerekten. birazdan, taaa bu saatte kalkıp muzlu puding ile bitter çikolatalı pudingi birleştireceğim. bu cesur hamleye katkılarından dolayı süt ve ötkere teşekkürler. siz de şans dileyin bana. çaaaav. arive derçi.

bi de not: i hev a driiiim. mandalina. evet benim rüyam mandalina. mandalina kabuğu kızartması nası bişey olur ki?

bi daha not: bu yaprak dökümü de iyice boka sardı afedersiniz. kitlendim kaldım da. şimdi ailenin babası ex kaymakam beyin elleri titriyodu, bi tırstı bu. ben de düşündüm acaba alzaymır mı olcak. hani geleceğe dönüş-maykıl ji fox da olmuştu bu hastalıktan. aman yareppim. eğer senaristlerden biri burayı okursa beni bulsun. açık adres. çok merak ediyorum. aha şimdi de siyah saçlı kız biriyle mesajlaşıyo, daha kocası da yeni ölmüştü halbuki. aha şimdi de boğazda kavaltı diyolar, acaba neresi. aha güzel bi yerde güzel bi kahvaltı. oooo proje diyo şimdi de. anaa kız reddettii laaan. çok çalışıyomuş. kabristana gitcekmiş. çocuk da güzel manzaralı bi yer bulmuş. acaba açık büfe mi kavaltı etceklerdi. tüh reklam girdi. anaa cem yılmaz'ın yeni filminin fragmanı çıktı. komikli film. neyse kalkıyom ben. haydin bay. baltalimanı anlaşması ?

bu kez puding sonrası not: evet denedim oldu. elimde muz tadını da barındıran bitter çikolatalı dört kase var. bi tane daha vardı onu yedim az önce. tencerenin dibini ve tahta kaşıkta kalan kısımları da esnek bir dil vasıtası ile yedim. afiyet oldu anlıycaanız. fotorafı da değiştirdim. bu mucizete ev sahipliği yapan mutfak karşınızda. o muğlak masanın üstünde işte pudingler.

Kapış

Futbolcu kartlarımdan kendime, tfl'de oynamış en sevdiğim yabancı fitbolcular kadrosu yaptım.

ilk 11:

Hizmette sınır

  • 0
biloğuma antalya'dan, david beckham pink sea short aramasıyla gelen sevgili hanım kız/erkek. her kim isen öncelikle hoş geldin, sefalar getirdin. her ne kadar açık denizde kendini kaybedip de buralara sürüklenmiş olsan da biloğumda yerin var. susadım bekıma gelmez olaydım, deyip de kaçma hemen, hele bir soluklan. sen biraz soluklanırken ben de hemen senin isteğine uygun birşeyler bulmaya çabalayım.
*
inan bulabilmeyi çok istedim. bulamadım. seni buralardan eli boş göndermeye de gönlüm elverdmedi. şöyle bişeyler var belki ilgini çeker; 1,2,3,4,5,6.
*
ama sen yine de, aramaya inan.

Güveçte kuru fasülye

  • 2

biloga, düdüklüde kuru fasulye aramasıyla düşen bir vatandaş olmuş. bilinçli bir bilogger olaraktan kendisine en güzel kuru fasulyenin güveçte yapılacağını, bir de böyle denemesini tavsiye ederim. afiyetle.

Çörek otlu tuzlu kurabiye açılımı

  • 0


Humus açılımı postunda belirtilen durumun vehametini göstermesi açısından ve açın halinden tok ne anlar diyerekten ifşa ediyorum bu görseli.

*çünkü sevdiğim yiyeceği bulamıyorum. eğer bulsaydım, inanın bana, ben de siz ve diğerleri gibi tıka basa karnımı doyururdum.

franz kafka
- açlık sanatçısı

Dev hizmet

İlkokul kariyerinde hızla ilerlemekte olan gençlerimize, evlilik arefesinde olan daha büyükçe gençlerimize ve nice ergenlere sundance kid'den dev hizmet. aşk hayatınıza yön vereceğiniz şu günlerde bu külliyatı okumadan sakın hareket etmeyin.

fantastique..
- le monde

kafkaesque...
- the prague post

lenin görse gözleri dolardı...
- pravda

şıpsevdi sakızları türkler üreyemesin, nesli tükensin diye israil tarafından türkiyeye gizli yollardan sızdırılmış, gdo sakızıymış.

dınınınıııııııın. yazıları rahatça okumak için, opera kullanmanız veya monitöre yaklaşmanız tavsiye edilir.



şaka lan şaka amma da safsın. ama opera kullansan iyi edersin yine de. haydin tıkla.

Humus açılımı


yeni filmi geçtim, kediyi zaten sevmem de karnımı bir doyuran bile yok be sezen jewel nası gülümseyeyim. bu arada gülümse şarkısında iklim değişikliği konusuna değinmesiyle ileri görüşlülüğünü kanıtlamış şarkı yazarı her kim ise. bir kuple ile sözlerime son vereyim.
söylemeden geçmek istemedim
hayattan indim binmek istemedim
ücreti uzattım almak istemedin
amaaaaan hey.

Nyothing

  • 0

The fugs isimli bir grup yaşar imiş, evvel zaman içinde kalbur saman dışında. zaman kötü, underground gruplar hiç denecek kadarmış. ve bu zamanlın üstünden yıllar ve yıllar geçmiş. ortalık underground yuvası, insanlar balkabağından bozma hale gelmiş. derken bir gün amaçsız salınımlarına devam eden ben. sonsuz ihtimal hesapları sonucunda bu grubu, anlamsız internet dolaşımlarımın tam da binsekizyüzseksenikincisinde, bir wikipedia sayfasında nothing isimli şarkıları aracılığıyla duyar. hayatında herşeyler mi değişir, sarsıntı mı yaşar, ya da üst farkındalık boyutuna jonathan livingston'ın yanına mı taşınır. hayır bunların hiçbiri olmaz. hatta ertesi gün ise tüm bu bilgilerden aklında kalan sadece aşağıda yazılı olanlardır.
Karlos Marx: Nothing
Engels: Nothing

Bukunin and Krapotkin: Nyothing

Leon-a Trotsky: Lots of nothing

Stalin: Less than nothing.
azıcıklı son.

*Giù la testa



Spaghetti western türüne ait filmleri diğer western filmlerinden ayrı tutarak, daha da bi fazla seviyorum. bu türe ait çok çok film izlememiş olsam da, ki barındırdığı çok fazla film de yok, açığımı kapamaya çalışıyorum bu aralar. son olarak da sergio leone'nin üçlemesinin ortancası giu la testa'yı izledim. bikaç yerde film ile ilgili okuduğu yorumlarda -neden olduğuna akıl erdiremediğim biçimde- ortak görüş filmin, sergio leone'nin filmleri arasında üvey evlat muamelesi gördüğü. filmin müziklerini bu işlerin şahı ennio morricone bestelemiş ki müziklerini de çok beğendim filmin. mao'nun devrim tespitiyle açılan film, mikhail bakunin'in the patriotism'i de çamura atılmazdan evvel, Juan Miranda (Rod Steiger)'nin ağzından güzel bir devrim eleştirisi dinletir bizlere. filmin başındaki zengin kurtların yemek sahnesi -sekans demek ister deli gönül- de fantastique. fazla da deşmiyeyim filmi, kaş yapayım derken göz çıkarma ihtimali mevcut. bir de şu var, filmin çeşitli isimleri var, a fistful of dynamite, C'Era una Volta la Rivoluzione şeklinde. internetlerde felan ararken göz önünde bulundurun. bi de bi de zapata westerne bakınız. kendileri spaghetti westernin alt türü olurlar.

bahsi geçen jaun miranda güzellemesi;

I know what I am talking about when I am talking about the revolutions. The people who read the books go to the people who can't read the books, the poor people, and say, "We have to have a change." So, the poor people make the change, ah? And then, the people who read the books, they all sit around the big polished tables, and they talk and talk and talk and eat and eat and eat, eh? But what has happened to the poor people? They're dead! That's your revolution. Shhh... So, please, don't tell me about revolutions! And what happens afterwards? The same fucking thing starts all over again!



ve yetmedi diyenlere mao zedong'dan gelsin;

Revolution is not a dinner party, not an essay, nor a painting, nor a piece of embroidery; it cannot be advanced softly, gradually, carefully, considerately, respectfully, politely, plainly and modestly.

spaghetti western başlangıç için öneriler;

For a Few Dollars More
The Good, the Bad and the Ugly
Once Upon a Time in the West
A Fistful of Dollars
My Name is Nobody

*Duck, You Sucker

Diğer Hikaye

Yer/Zaman; beşiktaş'tan kadıköy istikametine hareket eden 12:15 vapuru. çok fazla sayıda olmayan yolcular, vapurun hareketini bekliyor her zamanki acele hallerde. ahmet de orda. pencereden dışarı, soluk havadaki istanbul manzarasına, bakıyor. biraz uzaklara bakan adam havalarında. ama 1-biraz kadar da yani büyük miktarda seviyor dışarı bakmayı. bir nevi pencere önü insanı o. bir nevi bizimkilerdeki cemil. aaa katil geldi. neyse. birazdan gelecek mesaj onu bu havadan çıkarıp, küçük bir iç hesaplaşmaya sürükleyecek. şimdi ise, yeşil-mavi karışımı renkte -amayeşiledahayakın- plastik botlardan geçirmiş ayağına, şişkoca, yüzü yeşil ve turuncu tonlarda garip derecede makyajlı, cumhuriyet mitinglerinin muhtemel katılımcısı, yaşlı hanım, karşısına oturuyor. kokona. elinde -muhtemelen vapura binerken aldığı- taze sıkılmış nar suyu var. koca bağyan çantası-nı kenara koyuyor. ağzındaki sakızı bir iki kez daha çiğnedikten sonra koltuğunun altına savuruyor. nar suyundan bir yudum alıyor. öksürüyor, öksürüyor, öksürüyor.. çok öksürüyor. bıraksan orda yüzyıllarca öksürür o derece. aralarda ağzına nar suyundan boca ediyor. yandan çaycı geçiyor bu esnalarda. çay ne kadar? bir lira. ver bakalım bi tane. açık olsun ama haa! şeker ister misiniz? şeker kullanmam ki ben. açık koydun demi. hay seni gidi çaycı, şeker kullanmaz ki o. al bakalım. muhtemelen çayın soğuması için, az önce bitirdiği taze sıkılmış nar suyunun kabına boşaltıyor çayı. . kendi kendine söylenmeler. aaa tüh bak akıl edemedik de plastiğe boşalttık iyi mi. ay ay ay. ahmet yüz vermiyor kadına, dışarıyı izlemeye devam ediyor. derken.
*..............laaaan şeklinde bir mesaj gelmiş. kimden? şimdilerde yegane dostu olandan, kimden olucak. eskilerde spam adam diye alay ettiği, yüce gönüllü arkadaşından. zamanında, ninja kamlumbağalardaki rafael pozisyonunda bırakırken şimdi beraber dolaşacak ondan başka kimseyi bulamaması üzücü onun açısından. yine giyerken rafael pembe kazağını, gideceksin o kuul tavırlarınla yanına. adeta leonardo gibi. ama. beraber bornova bornova filminin nadir gösterimlerinden birine mi gidecektiniz?
bu kez kadından. telefonu çıkarıyor çantasından, küçük bir yere düşürme tahlikesi ile. okumaya çalışıyor mesajı. oğlum bi bakıversene şuna ben gözlüklerimi unutmuşum. ahmet isteksiz, alıyor telefonu. kim aramıştan geliyo mesaj, biri aramış ulaşamamış felan. kim aramış, tuşleyiversene bi kimmiş yeşile bascan tuşleyiver ben şimdi okuyamam bakalım kimmiş bi ariyim. tamam arıyor, remziye yazıyo. ver bakalım telefonu, hı alo remziye beni aramışın heralde, ee ben karşıya geçiyorum annemin yanına, evet sonra görüşürüz tamam mı, hadi canım pazartesi ben seni ararım akşam üstü gelirsin bizim kızın ofisine hem bak güzel kıyafetler var, onlara bakarsın görüşürüz tamam mı, hadi öptüm. yüz vermiyorsun remziye'ye ama bir gün yalnız ikiniz kalacaksınız diye geçirdi içinden, yanlarından üç beş martı geçti az ilerde kız kulesi. kulaklıklarını taktı. agalloch - bloodbirds çalıyordu, ilerlerken.


mesaj: 2012 diye bi film çıkmış, fragmanını izledim şimdi süper bişi laaaan.

Kartuuun

numune:



hayat ne enteresan tom gauld felan. stumble'ın çayırlarında koyunlarımı dolaştırırken gördüm kulübesini. daldım içeri. kartuun çizimler sevmişimdir hep. bunları da çok sevdim. hatta birine dedim ki header olsana biloğa. istemedi. bülbülü altın kafese koysan vatan,millet,sakarya diyor canım. derken. felan feşmekan. sen şöyle çizer insanın sayfasına buyur en iyisi.

Fill in the Blanks Tres

  • 0

Saat yediyi on geçiyor. İstanbul'un adalar manzaralı şirin semtinin tepelerde yer alan bir mahallesinde kimsenin bilemediği bir nedenden elektrikler kesilir. O sırada Ahmet içinde akşam yemeğinde de kahvaltı edenlere has o garip duyguyu barındırıyor. Çarpı yalnızlık. Evde modemin ve o sırada su ısıtma görevini azimle devam ettiren su ısıtıcınınki de dahil ışıklar yirmi beş dakikalığına sönük kalacak. Ahmet'in sonsuz döngüye giren yalnızlığı pi sayısı ile çarpıldı. Sandalyesinden doğrulup kafasını pencereye taraf uzattı, herkesin aynı durumda olduğundan emin olmak için. Sorun yok. Yerinden dikkatlice kalktı, cep telefonuna uzandı. Bir mesaj geldi, okudu. Nihai hedefi vitrine ulaşmak için telefonunun rehberliğinde sağa çark edip uygun adım ilerledi. Kara gün dostu bir mum bulabilmek için çekmeceleri karıştırmaya başladı. Alttan ikinci çekmecede baş parmağı uzunluğunda bir tane buldu. Hayretti. Çay tabaklarından birine yapıştırdı, bir kaç damlasını akıtarak. Ev bir anda soğumuştu, yorganın altına girmek amacıyla odasına yöneldi bu kez. Koşar adım. SAY!
bir ben miyim perişan
gecenin karanlığında
yosun tuttu gözlerim
yalnızlar rıhtımında
Sayarken bir yandan da ayağının serçe parmağını kapıya vurmakla meşguldü. -aynı deneyimi yaşayanların da iyi bileceği gibi- Çok acıdığını özellikle belirtmek isterim. Acısı hafifleyince mumu bez dolabının üstüne koyup, kendini yatağa attı. bir kez muma üfürdü. mum titreşti. ama sönmedi. iki muma üfürdü. mum çok titreşti. sönmedi. Bu doğumgünü de son dönemecine böylece girdi. Bir dakika otuz saniye sonra yerinden kalkıp mumu söndürecek, beş dakika sonra uykuya dalacak, yedi saat sonra uyanıp, yedi saat on beş dakika sonra kapıyı iki kere kilitleyip dışarı çıkacaktı.

The Grapes of Wrath


*Rich fellas come up an' they die, an' their kids ain't no good an' they die out. But we keep a'comin'. We're the people that live. They can't wipe us out; they can't lick us. We'll go on forever, Pa, 'cause we're the people.

Ma Joad

The Grapes of Wrath
John Steinbeck

Otostopçunun Galaksi Rehberi

  • 0


*Kestirme yollar, bazı insanların A noktasından B noktasına çok hızlı bir şekilde gitmesini, bu sırada başka insanların da B noktasından A noktasına çok hızlı bir şekilde varmasını sağlayan buluşlardır. Tam ortada bir nokta olan C noktasında yaşayan insanlarsa sık sık şunu merak ederdi: A noktasında ne var ki bunca insan B noktasından oraya gitmek için can atıyor ve B noktasında ne var ki bunca insan A noktasından oraya gitmek için can atıyor? Çoğu kez insanların hangi lanet olası yerde olmak istediklerine kesin bir karar verip bu duruma bir son vermelerini dilerlerdi.

Douglas Adams
Otostopçunun Galaksi Rehberi

Fill in the Blanks TU

  • 0
previyısli on..

tuvalete giden yol uzun. koridor, sağda mutfak, solda kapı. tuvalet karşıda. işedi. işerken aklında prostat kelimesi. bir fısım tuvalet kokusu. doğru televizyon karşısı koltuğuna. ayak ayak üstüne attı, çoraplarının tiftiklerini yolmaya başladı. halı siyah noktalardan geçilmiyor zaten. temizlik yapmak gerek. mutfaktan gırgırı getirdi. gırgır kullanma teknikleri 101 dersinden kaçmasaydı keşke. bir türlü beceremiyordu halıdaki pislikleri verimli biçimde toplamayı. boşa çaba. gırgırın topladıklarını mutfak balkonundaki poşetin içine boşalttı. fırınüstü ocağına bakarken, akşama ne pişirsem diye düşündü dönüş yolunda. aklına bişey gelmedi. eldekiler dahilinde yapılabilecek pek bir seçenek de yoktu ya hani. annesinin gönderdiği tarhanadan bir tutam ile, geçen hafta aldığı makarnadan arta kalanlar vardı evde bir tek. buzdolabından bi tane amasya elması aldı, bi tane de mandalina. iyi bakmak gerekir bünyeye. hasta olmak hiç işine yaramazdı şu aralar. kabuğunu soymadı elmanın, sade dörde bölüp çekirdeklerini çıkardı. malum eldeki vitaminleri kaçırmamak gerek. elma kabuğu vitamini nedir aceba? içine bir sıkıntı bulutu doldu, ikinci elma dilimini ağzına atarken. televizyonda 1-2-3 pişir. devamlı iç ses şeklinde geçen hayatın verdiği kaçınılmaz sıkıntı hissiydi bu. evdeki boşluk o kadar büyüktü ki, kendi başına doldurmaya gücü yetmiyordu. telefonuna baktı. bi ışık bekledi telefondan, ne bir ışık ne de bir ses. telefon rehberini baştan sona gezdi, mesaj yollayacak birini bulmak için. negatif. kenardan penguen'in eski sayılarından birini aldı eline. resimlerine bakıp yazıtlarını hatırlama oyunu oynadı kendiyle. sıkıldı. televizyonu kapattı. odayı derleyip toplayıp, düzeni sağladıktan sonra bişeylere başlamak gerekir dedi kendine. tepki geldi vücudundan otuz saniye geçtikten sonra. yatağı topladı. eline yarıda bırakılmış, yolda'yı aldı. jack kerouac. yatağın üstüne oturdu. derken. yassıçimen savaşı. 1230.

tu bi kontinyud..

Vladimir Vavilov

Az evvel playlistimden Giulio Caccini - ave Maria akıyordu ki, dedim sözlüğe hemen yetiştireyim benim en beğendiğim ave maria caccini'nin bestesi olanıdır diyerekten. ve dedim de. Derken ilginç bir bilgi kırıntısı edindim konu ile ilgili. Hemen paylaşayım.

Olaya Vladimir Vavilov'u almanın vaktidir şimdi.

Vavilov, 1925 yılında doğmuş. Gitarist, kopuzcu olarak takılan, kendi halinde besteler yapan Oblomov'un bir hemşehrisi imiş. Olayın enterasanlığı şu ki vavilov yaptığı besteleri, genelde Barok ve Rönesans döneminden olmak üzere, başka bestecilere atfediyormuş. Bu minvalde -minval kelimesini de ilk kez cümle içinde kulanıyorum, çok heycan verici yahu- yaptığı bestelerden ave maria'da da ihale Giulio Caccini üzerine kaldığı sanılıyormuş.

Post Rock Potpori



Nerdeysse bir yıldır son albümleri goodbye melody mountain i dinlememe rağmen bilognotuma not düşmek bu zamana nasipmiş the samuel jackson five'ı.

Norveç diyarının Oslo kazasından çıkan kendi halinde bir post-rock grubu kendileri beyler bayanlar. Post-rock dediysem; god is an astronaut, explosions in the sky, red sparowes felan. Sevdiğim bir müzik türünü güzel icra ediyorlar, kendi mecralarında gayet başarılı ritmler felan yakalamış arkadaşlar. İlk defa dinlememe vesile olan isimleri ise ilgi çekme konusunda bende işe yaramış görünüyor.

Bazı zamanlar bi yorum yapayım diyorum, o kadar dinliyoruz hani bu grupları. Acaba müziklerine kattıkları trompet vs. üflemelilerle jazz müziğe de göz mü kırpıyor bunlar şimdi, diye düşünüyorum. Sonra susuyorum. Dinlemeye devam ediyorum. Fazla uzatmıyorum, ki bünyede negatif etkiler -iki yiğit çıktı- meydane -birbirinden merdane- gelmesin.

Merdane demişken, merdaneli çamaşır makinamız vardı bi tane arçelik marka, napıyodur acaba şimdi.

Hazır post açmış iken müzik temalı, yndi halda isimli güzeller güzeli grubu da dahil edeyim. Kendileri ingiltere çıkışlı yine günün anlam önemine binaen post-rock yapan bir grup. Post-rock deyince neye benzediğine dair bi öngörünüz oldu herhal. Şimdilik tek bir albümleri var enjoy eternal bliss adında. Post-rock dedik iyi güzel ama şöyle de destekliyeyim bu gruplar içinde gerçekleştireceğim bir doğal seçilimde yndi halda yerini ön sıralarda alacaktır. Ona göre gerekli ehemmiyeti gösterelim kendilerine. Haydin selametle.

Açıklamaya müteakiben taksim-kadıköy.

Metamorphosis


Dün akşamleyin Philip Glass konserinde idim. Bu yağmurlu istanbul havasında sıcak evden çıkıp da yollara düşüş pek kolay olmadı, aktarmalar felan, amma velakin kapıda fazlabiletinizvarmı cıları görünce vay anam vay neler dönmüş serhat ya dedim kendime.

Mr. Gri, çalıştığım yerden başladı konsere, döne dolaşa dinlediğim, Solo Piano albümünden çaldı ilk parçalarını. Piyanonun tuşlarına ilk dokunmasıyla da, çıkan ilk ses partikülünün yüzüme o joker gülümsemesini yerleştirmesi mesafe/340 saniye kadar süre aldı. Konser sonrasına kadar da inmedi yerinden.

Epizod aralarında yaptığı ince espriler ile de güldürttü bünyeleri Mr. Gri. Misal Metamorphosis'leri çalmadan önce 1 ila 5 nerdeyse aynı, onlardan birini çalayım da çok uzun kaçmasın mealinde söylediklerine, yahu philip para verip geldik buralara dağları aştık sen çıkmışın, zaten hepsi birbirinin aynı lan bu şarkıların modundasın, bunun bir adı var minimalizm derler buna Philip.

Haydin sağlıcakla kal. Ennio amcayı da çağır gelsin emi.

Found Songs

  • 0


Çokça klasik müzik özü barındıran, içine biraz da indie tuzu serpilmiş güzel müzik yapan bir insan evladı olafur arnalds. Ben found songs isimli 2009 çıkışlı albümü ile başladım kendisini dinlemeye, siz de bi yerlerden başlayın derim.

Hazır başlamışken Olafur'un hemşehrisi, çello çalan bir hanım kız -Hildur Guðnadóttir- in bu sene çıkmış without sinking isimli kasetini de denemek istersiniz belki. referans isteyen kurumlar için bilgilendirme; kendisini piyasaya Sezen Aksu sunmamış olsa da, daha önceden çeşitli indie/post-rock gruplarıyla çalmışlığı var imiş.


  • 0
kaynayana kadar karıştır felsefesini benimseyerek 2012 londra olimpiyatlarına hazırlanıyorum, kısmetse disk(et) atacağım. kendi dalımda olmasa bile diğer dallarda dereceye girerim düşüncesindeyim.

Soğuk dışarıdan, yine soğuk eve giriş sonrası iç-ısıtma etkisi en yüksek çorba görevine tarhana çorbasını -bol acılı- tayin ediyorum.

yılın keşif meyvası dalında amasya elmasına ödülünü vermek için ... sahneye geliyor. alkış.

artık büyüdüm, pudingi kendim yapıp tencerenin dibini kendim yalıyorum.



bu aralar pek film izleyememiştim, dün akşam filmekimi programında duyup bir kenarlara not ettiğim moon isimli filmi izledim. gerty isimli kompüteri görünce filmde hemen elimden gelen sığlıkla hal9000 misali, bu robot bu adamın ağzını burnunu kırar dediydim ki yanıldım. dark side of the moon'un hasadını biçme düşüncesi de enteresanmış. yegane oyuncu sam rocwell başarılı. film de fena değil. hepimiz için bir de tanım cümlesi gelsin; Moon, district 9 benzeri hikayesini bilim kurgu seviyesinin bir level üstüne taşıma derdinde güzide filmi. film Yönetmeni duncan jones da david bowie'nin oğulcağızıymış.

nantucketlı arthur gordon pym'in öyküsü

  • 0


Bayramda beyefendinin Nantucketlı Arthur Gordon Pym ağzından yazdığı şah-ane- yazıtı okudum tez zamanda. Okumak isteyenler için ithaki yayınlarından yapılan çevirileri tavsiye edebilirim, gayet başarılı.

Ah! Eserlerinin ne kadar başarılı olduğundan, mükemmelliğe ne kadar yakın olduğundan dem vurmak istiyorum edgarcığım ama tek aklıma gelen million dollar baby. Susmam daha hayırlı olacak, ne dersin?

there is a light that never goes out



*oh please don't drop me home
because it's not my home, it's their
home, and i'm welcome no more
and if a double-decker bus
crashes into us
to die by your side
such a heavenly way to die
and if a ten ton truck
kills the both of us
to die by your side
the pleasure and the privilege is mine

foto karşıdaki apartmanın pozudur. sözler the smiths'den adı başlıkta geçen de şarkının ismi. son günlerde david bowie - starman ile pek bi dinlediğimdir. top 1-2 listemin zirvelerindedir.

Fill in the Blanks

  • 0
saat 8. uyandı. saate baktı. saatin 8 olduğunun o da farkına vardı. bir yere geç kalmış gibi hissediyordu, ama değildi. biliyordu. yatmaya devam etti bir süre daha tavana dikerek gözlerini. başucundaki kitabı aldı kucağına. iki elini de battaniyenin altından çıkarmadan okumaya çalıştı bir süre, beceremedi. tek kolunu çıkarmak zorundaydı. sağ kolunu feda etti. ev çok soğuk, doğalgazın kilosu çok pahalıydı. kıyamıyordu paracıklarına, cimri miydi. belki, biraz. tek kolu ile kitabı dengeledi, bir süre okumaya çalıştı. kafası sanki başka biyerdeydi. halbu ki bomboş hissediyordu. resetlenmişti.aynı sayfaya, aynı satıra, aynı kelimeye dakikalarca gözünü dikti. sanki zihin gücü varmış da. sıkıntı. para. horses. horses. horses. neden bir düşüneninsanın dediği gibi kriz zamanlarında ilk eğlenceden yana kısmıyordu hayatını. hiç eğlenmiyorken nasıl bir eğlence anlayışıyla yaşıyordu ya da. o ilaçları almak yerine pekala bir faturayı ödeyebilirdi. ilaçlardan bahsetme. ama bir borcun kapanması kendini bu kadar iyi hissettirmezdi. kitabı sehpaya koydu. battaniyenin altından zorlanarak çıktı. ayaklarını terliklerine geçirdi hemen. dünden kalmış ıhlamurun üstüne su ekledi biraz. tüpü on..dokuz..sekiz..yedi..altı..beş..dört..üç..iki..bir.. ateşledi. tekrar içeri geçti. başı ağrıyordu. ilacını almak istiyordu. ama öyle ayin kıvamına getirmişti ki hayatını, o 10 miligramlık beyaz küçük ovalimsi tozu bile tok karınla almaya zorunlu hissediyodu kendini. nasıl bir uyuşturucu müptelası olduğunu kendi bile anlamıyordu. filmlerde izlediği hiç kimse gibi değildi. parası olmadığı için ailesine bıçak çeken üçüncü sayfa haberi, kız arkadaşına para için yalvaran zavallı duruma düşmüş yakışıklı, değildi. ekmek almak için bozuklukları topladı. üstüne gocuğunu geçirdi. ki karşı dairenin kapısı açıldı. durdu. gözetleme deliğinden baktı. kapıya kulağına dayayıp, ayakkabısını bağlamasını, merdivenleri inişini ve giriş kapısının kapanış sesini dinledi. pencereden dışarı baktı. güneş vardı. perdeyi sıkı sıkıya kapadı. dışarı çıkmaktan vazgeçti. güneşli havaları sevmiyordu hiç. hele ki bir kış gününde. tarkan'ın o şarkısını da hiç sevmemişti zaten. kışın güneş olmamalı. insanların evlere kapandığı, dışarda tek başına fink atabildiğin havaları kollamalı temiz hava almak için. gocuğunu astı tekrar. çekmeceden yarısı yenmiş bir paket çizi kraker çıkardı. ıhlamur kaynıyordu. altını kıstı. bardağının içindeki dünden kalmış artığı döktü, bi erzincan küp şekeri attı. süzgeci aldı, üstten ikinci raftan. ıhlamurunu döktü. rengi biraz soluklaşmıştı. ıhlamuru değiştirmek gerek diye düşündü. odasına döndü, pancuru çekti biraz. içeri soğuk, temiz hava girdi. hemen yatağa attı kendini. ıhlamurdan bir yudum. yarım çizi. tertibiyle bitirdi kahvaltısını. ilaç vakti gelmişti. hapını attı ağzına. üstüne bolca su iç derdi annesi. yoksa böbrekler belli bir zaman sonra süzemiyormuş ilaçları. acaba iki mi, tek mi böbreği vardı? diyaliz. televizyonu açtı. sabah haberleri. sağlık bazlı kadın programları. bir çizgi film. dur. dur. dur. durdu. tanıdık gelmedi hiç, yeni nesil olanlardan. [tv'den gelen dış ses-az sonra coyote]. işte bunu seviyorum. pazılının başına kuruldu. saatlerce ayrılmadı başından, belini bükerek aynı pozisyonda. beli ağrımaya başlamıştı artık. acaba dedikleri gibi kambur kalma şansı yüzde kaç? tuvaleti geldi. tuttu kendini. pazıla da veremiyordu kafasını. öyle boştu ki.

tu bi kontinyud...

Düdüklü Tencere



Yemek kültürünün cefakar bir o kadar da gerilimli neferi düdüklü tencereye saygı duruşu kıvamında bir yazı planlamıştım ya ben. Derkeeen aklıma, devam cümleleri bir türlü düşmedi. Yıllık kıvamında bir anımı ekliyeyim kendisiyle beraber olduğumuz.


Mercimek çorbası yapılışını izler iken bu kadar gerileceğimi düşünmezdim daha evvel. Kuru fasulyenin sıcak suda bekletilmeden de bu kadar çabuk pişirilebileceğini aklım almazdı. Sen bana kaynayana kadar karıştırmadan da çorba yapılabileceğini öğrettin. Yaşa, hep var ol düdüklü tencere. Bana bu tertemiz sayfayı ayırdığın için kendin hakkında yazabileyim diye, çok sağol.

Düdüklü tencere akla düşünce akla düşen film idealarından yayımlanmaya en müsait olanını paylaşmak.

Katil karıncalar, arılar, piranalar, yılanlar, timsahlar vs. hayvan ekolünden eşdeğerleri kadar başarılı olacağını düşünüyorum filmimin; erkeğin düdüklü tencere ile imtihanı. Tamam düdüklü tencere ile yemek pişirmek daha pratik gibi duruyor ama olaya da hakim değilsin başrol karakteri. Napıcaksın şimdi, düdüklü tencereyi doğru zamanda açacak iradeye sahip misin, soruyorum sana. Yoksa düdüklü tencere üzerinden, ev arkadaşın ile hayatı sorgulayan, yer yer komik, yer yer de insanı düşünmeye sevk eden diyaloglara mı başlayacaksın.

Şöyle bir resim buldum internetlerden kendisini tasvir eden, artık lastik derdin de yokmuş ya daha ne olsun.

Bir yakarış;

O beyaz ekranlarda gördüğüm kız arkadaşını eve çağırıp da kırmızı şarap with kırmızı et ikram eden delikanlı sözüm sana, şu soğuk kış günlerinde çıkarsaydın düdüklü tencereni, bir kuru fasulye with soğan, bir mercimek çorbası with kızarmış ekmek yapsaydın da içi ısınsaydı kızcağızın hayvan herif.

Daha güzel olmaz mıydı?

Vatan kurtarma Derdinde bir abeci















izmir'in o aydınlanmacı, pantolonun üstüne bot giyebilecek derecede batıcıl, şekil şemalin meraklısı, kürtlere ise domuz gribi seviyesTümünü Yaslainde hassas insanları yok mu. var. hatta ellerinde taşlar, gözlerinde -o yakıcı izmir güneşinden rahatsız olmasın deyü- rayban marka gözlükler, izmir dokuzuncu kısa mesafe kürt taşlama etkinliklerine katılmış sevdicekler. canlı yayına denk gelemedim amma velakin -cümbür cemaatin- seyreyleyiverdik gümbürtüyü medyadan pohpohlama efektleri eşliğinde.

dün de bayramın kötü çocukları başlığı altında -eziyet çeken boğa görüntüleri ertesinde- mersinde polis karakoluna -rahatlıkla yapıştırabiliriz sıfatı- terör örgütü sempatizanları tarafından yapılan saldırı ayrıntılarıyla yayınlanıyordu her bir ulusal kanalda. karpuz kabuğundan zırhlı araçlar içindeki polislerimiz çok zor kurtarılmışlar duyarlı vatandaşlar tarafından.

bir de extra haber. batının ahlaksız yüzü gençler cenevrede banka üstünde cam, araba üstünde dikiz aynası bırakmamışlar. neymiş küreselleşmeymiş felan. ne suçu var o masum, mazlum garibanların da camlarını kırıp, arabalarını yakıyorsunuz. bisürü sigorta, kasko belgeleri felan çkacak şimdi meydane. sigorta şirketlerine öneri; bir yıl içinde küreselleşme/nato/agit vs. toplantılarının yapılacağı şehirlerdeki araba,dükkan sigorta ücretlerini zamlayın olsun bitsin.

iki-üç resim arası on fark/benzerlik analizi de size ödev olsun, makale formatını isteyenlere yollıyayım ellerimlen.

Bir de kıyak, bugünlerde pek moda görüyorum ekşilerde sözlüklerde google wave davetiyesi felan feşmekan. bende ondan yok da sizlere yıldırım türker'in bugünki yazısına çift kişilik davetiye ayırdım. aman elinizi çabuk tutun.

Y.T-Masumiyet Müzesi

emeğe saygı.

repleri unutma.

Control

  • 0
Deadwood -hbo yapımı bir western dizisi- izlemek sebebiylen bir süredir filmlerimi nadasa bırakmıştım. ki haftasonu ian curtis'in ve dolayısıyla joy division'ın hikayesinin anlatıldığı control isimli filmi izlemek için orucumu bozdum. iyiki de bozmuşum, şöyle ki bir süredir zaten joy division arka fonunda ilerlemeye devam ediyordu hayat.

arkasına ingiliz şehirlerini almış filmleri de sever bünyem hani, söz konusu da güzel oyunculuk, iyi senaryo -yazan: ian curtis- olunca izlenmeli bir filmdi benim için. seyrederseniz senin de beğeneceğini düşünüyorum.

derken dip not; yahu fatih'in istanbul'u fethettiği yaşları geçtik gayrı da, ian curtis'in öldüğü yaşlara gelmişiz. kurt cobain, jim morrison, anthony moore napıyorlar acaba?

iki şey

  • 0
birincisi, efendiler bu mecra aracılığıyla daha önce sigur ros'un Heima isimli documentarysinin haberini vermiş idim. geçenlerde alt sokak'tan edindiğim bilgiye göre mogwai'nin de bir belgesel filmi ilk kez festivalin birinde yayınlanmış, kendisini tanıştırayım Burning. istanbul film festivaline gelir de izleriz umarım.

ikincisi; bu aralar kansas isimli rock grubundan carry on my wayward son nameli parçayı dinliyom. gayet gaza getirici bir parça olmakla birlikte, bilimum adrenalin gerektiren durumlarda dinlenebilir. ahan da alta koyuyorum ki bakasınız tadına.


ay lav kış

  • 2


bikauz;

çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane,nar. mandalina kokusu, özellikle tırnakla soyulmalı ki koku ellere sinsin. bir avuç ıhlamur+tarçın çubuğu+annenin verdiği bir adet bişey kökünden oluşan aromalı ıhlamurun tadı. battaniye altına girip, elleri sadece az önce tarif edilen ıhlamuru içmek için çıkararak tv/dvd vs. izlemek. havada uçar kanadı yok, şekere benzer -çok tatlısın şekersin şekeri mi baban senin- tadı yok lapa kar. sıtar vors vit buz çubukları. don't terlemek. en sevdiğim üç sesten birinin varlığı, ince buz tabakasına basınca çıkan kırıntı sesi.

diğer ikisi; sonbaharın kuru yapraklara basınca çıkan çıtırtı sesi ile ilkbaharın yağmur sonrası çıkan salyangozlar ezinti sesi. yazın kendime edindiğim bir ses olmadığından da ay heyt yaz.

kaldığımız yerden devam. kestane kebap acele cevap. soba üzerinde ısınan ekmek arasına yağ+çökelek peyniri. eve kapanmaya, dolayısıyla anti sosyal ruh haline en uygun zamanlar. tabii ki közde patates.

Volver

  • 1
Bir kitap okudum hayatım mı değişti, yok aslında tam olarak öyle değil. Yani Jack Kerouc'ın yolda isimli kitabını okuyup da kendimi yurdun öte yanına atmadım, hayır. Ama bir nevi leyleği havada gördüm vakası benimki, bir nevi vaka-yı hayriye.

Konuşma pek de uzun sürmedi.Biraz tarihi miras gezersin dedi, televizyon izleriz sosyal tespitler havada uçuşur dedi.

kandım. benim kocam bir melek, yemekteyiz ile doğal seçilime tabii tutuldum. netekim hayatta kaldım. fotolar dönüşten.




insanın elinde fotoğraf makinası olunca, gördüğü herşey duble interesan geliyor. işte bu da dünya üzerindeki milyon tabeladan biri tek farkı kadrajıma girebilmeyi ve fazla titremeden durabilmeyi başarmış olması. kendisi de beş dakikalık selebritiliğin keyfini çıkarabilir.



bir orman havası yakalamak isteyen ayrıksı ağaçların -bakınız ayrık otu- içiçe girmesiyle oluşan fotoğraf.



nuh çimento sanayii'nin borsadan aldığım hisselerinin canlanması için çektiğim bir fotoğraf. biraz yamuk göründüğüne, ışık patlaması içermesine bakmayın. olabildiğince kısa sürede para kazanmanın yollarını dönüyorum. ne demiş büyük -düşünür felan demek gerekir ya kendisine sıfat olarak sadece büyük kelimesini kullanmak pek uygun- yarım sent ah bir zengin olsan laralarlaral laralaralarlar lay.



Sanayi devriminin pençesinde batı hereke viyadüğü insanlarının -bakınız istasyon insanları- dramını yansıtabilmek için bir çalışma peşindeydim. Ama yadırganma korkum kendimi, elimde bu fotoğrafla, yolda harem-gebze dolmuşlarını beklerken bulmama neden oldu.



En üstteki tabela için neler dediğimi bilmiyorum ama kelime hazinemin tükendiğini söyliyebilirim. Bu günün geleeğini düşünmemiştim. Söylecek lafım kalmadı, derken gayipten geliyor yine tıkırtılar, yeni albüm kapağı için bu fotoğrafı isteyecek amateur -bakınız auteur- müzisyenlerden meyıl bekliyorum.

time Flies

  • 0



şimdi musiki.

zaman geçerken -bakınız başlığa gönderme- tabi yeni yeni albümlerde peydah oluyor - bakınız peydahlanmak- musiki çevrelerinde. her ne kadar takdire şayan bloglar ve musiki forumları vasıtası ile takip etmeye çalışsam da yer yer ipin ucunu kaçırıyorum -dolayısıyla yeni albümleri de. derken kim basingerlar gelmiş, kim kalströmler geçmiş oluyor. ben hala koynumda 98 dünya kupası albümü Allez! Ola! Ole!
Neyse ki arayı fazla arayı uzatmadan dinleyici kariyerime devam edebildim. Adaptasyon sorununu aşaraktan. Evet. Yukarıda da albüm resmini gördüğünüz porcupine tree'nin yeni albümü olur. Dinleyiniz, yakın çevrenize ısrarla dinletiniz, yetinmeyip eski albümlerini de paralel paralel edininiz. Yok efenim ben tanımam deyenler için de deneme sürüşü babında bu albüme ait singleton bir parçayı da ekliyorum aşağılara biyerlere. iyi dinlenceler size ayrılabilirsiniz.

musiki bitti.

Buraya kadarıyla ilgilenmeyenler, bloga cesaret hormonu -kendisi yaşanmış bir hikayedir- ararken düşenler siz kalın, derdiniz ne olum sizin! Neyse sizi de eliniz boş göndermeyeyim. Koşun eş dost çevrenize anlatın, steven wilson ki kendisi bahsi geçen grubun önde gelen elemanlarındandır -yani frontman- h1n1 den korunmak için çocuklarına aşı yaptırmıştır. Dr. WHO bile tavsiye ederken, sakınmayın kendinizi, çöp batar. De hadi uzatmayın gayrı.

  • 0


*Yorgunluğu, bir gladyatörün ölümcül kavgasından sonra yaşadığı yorgunluğu andırıyor, bir memurun odasının tek bir duvarına beyaz badana çekti.

F. Kafka
  • 0
20:59 - Yetenek sizsiniz türkiye programına zapladı, on tane ilkokul çocuğu yanyana dizilmiş birbirlerinin
bağlamalarını çalıyorlar, kaymalı stilinde. Kucağındaki leptopunda youtube açık.

21:00 - Televizyonun sesini kısıyor. Kucağındaki leptopunda manganın ödüllü şarkısının ödülsüz klibi yüklenmeyi
tamamlamış. Şarkı başlıyor. Kafası klibi yükleyenin avatarıyla bulanıyor. He-man çizgi filmine gidiyor aklı, orko değil miydi
bu elemanın ismi, evet öyle olmalı.

21:00:30 - Şarkı çalmaya devam ediyor, daha nakarat gelmediğinden şarkının doğru olduğundan emin değil. Bu arada
saz çalan çocuklar eleniyor, kamera içlerinden birisine zum yaptı. Onun için de bir feysbuk grubu
açılır mı acaba?

21:01 - Torrent vasıtasıyla indirmekte olduğu dizini yeni bölümüne bir önizleme yapıyor, yanlışlıkla porno
indiriyor olmamak için. Televizyonu Ntv'ye zaplıyor, margaret isimli yaşlı bir kadının belgeseli
oynuyor.

21:02 - Belgeseldeki Margaret'ın Thatcher olmasından şüpheleniyor. Castleford kasabasında yaşayan Lille
Sutcliffe'ın tıbbi haberini okuyor. Acaba Dohtor House olsa ne yapardı diye bir düşünce geçti aklından.

21:05 - Acun'ın programından elenen breyk dansçı velet ağlayarak /*fonda hüzülü müzik*/ uzaklaşıyor olay
yerinden.

21:06 - Fılaşforvırd dizisinin yeni bölümü indirilme safhasını tamamlamış, izlenmeyei bekliyor. Çaydan bir
bardak dolduruyor kendine /* soğumuş */ yeniden ısıtıyor.

devamı gelse mi, gelir.

İki Dil Bir Bavul

Bizimki gibi übersonik nasyonal gazlı ülkelerde hamaset dolu- genel olarak içi boş- filmlerdense toplumsal realiteyi merkezkaç kuvvetiyle ölçen bu tür filmlerin izlenmesi taraftarıyım efendiler.

bundandır ki sırf türlü türü feysbuk grupları peşinde koşanların bile bişeyler öğrenmiş olma ihtimalleri iyimserliğini yakalıyorum kendi hayal dünyamda.

yakında ödüllü film bornova bornova ile sinemalarda boy gösterecek inan temelkuran'ın made in europe isimli filmini izleme niyetindeyim. tavsiyelerimle.

Beirut

  • 0


Sadece kayıdın nerde o seksenler geyiğine ait bir
eserin yorumu olmasından değil. Beğenileceğini, beğenilmese bile en azından bir doz denenmesi gerektiğini düşündüğümden Beirut isimli bu güzel grubu paylaşma ihtiyacı hissettim sizlerle, nedendir bilinmez.

Eğer ki birinci levelı atladı iseniz buradan buyurun..


Amadeus



Daha önce Milos Forman'dan biyografik film kontenjanından Man on the Moon ile Goya's Ghosts izlemiştim. Bu bakımdan Amadeus filmi ile ilgili hiçbir yorum okumadan da yönetmenin daha önceki karnesine bakarak izlenmesi gerektiğini not etmiştim. Bu da demek oluyor ki derhal bu üç filmi izleyin emi.

Gerek Amadeus'da gerekse Goya's Ghosts filminde Forman'ın hikayeyi arka plandaki ikinci kişilerin üstünden anlatmayı düşünmesi filmleri çok daha etkili hale getirmiş.

Amadeus filmi özelinde de bir cümle etmem gerekirse, Salieri'yi oynayan Murray Abraham özellikle Salieri'nin yaşlı halinde çok iyi. Salieri'nin italyan mutfağına göndermeleri de karın acıktırıcı cinsten.

Biyografik film izleyince, sonrasında insan ister istemez merak ediyor karakterler gerçekte ne imiş deyü.

O zaman hepimiz için gelsin; Salieri'den referansla kendi Salieri kompleksi diye bir tanı bile var imiş amma velakin o kadar küçük görmeyin siz adamı, Salieri gerçekte Beethoven, Schubert, Lizst gibi pek çok bestecinin öğretmeni imiş.

Heryer İstanbul

  • 0


Burası istanbul, orası istanbul heryer istanbul reklam icabı. peki bu kız nereye bakıyor, istanbul'a mı, camdaki yansımasına mı?



Beyfendiyi pierre loti yokuşunda tam da fotoğraftan çıkmak üzereyken yakaladım. Aceleci bir halet-i ruhiye içindeydi kendisi.



Kime karşı, neye karşı dedim. Objektife karşı ama objektifliğe değil dedi.



televizyonda ferdi tayfur denk gelmiş iken biz de yeni model vapurda burdan oraya geçiyoruz cam kenarında rol icabı.

Hayatları boyunca en büyük hedefi pencere kenarı koltuklarda oturmak olanlara...

Buna derler Anime




Sağolsun R. sayesinde, Tsubasa ile sınırlı anime kültürüm Hayao Miyazaki külliyatı ile hafiften de olsa genişlemişti kısa süre önce. Kendisinin önerdiği filmleri kısa zamanda internet alemlerinden edinmiştim ki Miyazaki'nin son filmi Ponyo'yu da izmir ziyaretim sırasında şans eseri izleyebildim.

Filme dair çıkarımlar; Yine göze hoş gelen sevimli çizgi karakterleri, insanın doğayla uyumsuzluğu derken bir çırpıda izleyebildiğim bir film daha oldu Ponyo. Amma velakin şimdiye kadar izlediklerim filmlerinden ilk olarak önereceğim Spirited Away olur. Ona göre ayağınızı denk alın dostlar.

Wataşiba Candy.
  • 0
Diploma gereksinimi vesile oldu, bornova özlemine derken bir bakmışın izmirdesin. İzmir kızları güzelliklerini fotoğraflamam konusunda çekimser kalınca ben de yine hayatın yer yer içinden yer yer dışından insanları, vinçleri, ışıklı lambaları fotoğrafladım.

huzurlarınızda,

huzursuz etmesi dileğiyle.




bu amca milleti yok mu, ver eline oltayı al ağzından balığı, rakıyı. kurulmuş kendisi -siz göremezsiniz kulağında walkmani- oturdu -benim izlediğim kadarıyla yansıtırsak- dakikalarca. yalnızlık kokmuyor mu bu deniz be dedim. kendisi peh peh peh demekle yetindi.




genç fotoğrafçının elinde miyop lensi olmayınca eline geçirdiği pazar malı dürbünü yakınlaştırma görevi için kullanmaz da napar söyleyin?



alsancak'ta oturmuş çekirdeklerimizi çitler, biralarımızı yudumlar iken fotoğraf makinası kendiliğinden o anlar yakalayıvermesin mi?



hayatın rastgeldiği o nadir anlardan biri küçük ile orta büyüklük arası bir balık oltasına yakalanmıştı.



dillere pelesenk olmuş mardinli midye mafyasına dahil olduğunu varsaydım, o önünde midyeler gelene geçene pozlar verirken.



her güzel izmir'in bir sonu var imiş, bunu gördüm, anladım.