*beş arkadaşız, günün birinde bir evden art arda çıktık dışarı. ilkin birimiz çıktı ve kapının yanıbaşına gidip durdu; sonra ikincimiz çıktı, daha doğrusu tıpkı bir civa kabarcığı gibi çevik ve hafif kayarak geldi, birincinin uzağında sayılmayacak bir yere dikildi; sonra üçüncümüz, daha sonra dördüncümüz onun arkasından beşincimiz çıktı. derken hepimiz bir dizi yaparak dikilmeye başladık. herkesin dikkati bize çevrildi ve bizi gösterip dediler ki: “bu beş kişi var ya, şimdi evden çıktı!” işte o gün bugün bir arada bulunuyoruz, hani boyuna bir altıncımız aramıza karışmak istemese gül gibi de yaşayıp gideceğiz; bize bir şey yaptığı yok, ama hoşlanmıyoruz kendisinden, bu kadarı de yeter sanırım; istenmediği bir yere ne diye ille gireceğim diye uğraşıyor hep. onu tanıyıp etmiyor ve aramıza da almak istemiyoruz. hani biz beşimizin de eskiden tanımıyorduk birbirimizi ve denebilir ki şimdi de tanıyor değiliz; ama biz beşimiz için mümkün olan, hoş görülen şey onca mümkün değil ve hoş görülmüyor. kaldı ki beş kişiyiz, altı olmak istemiyoruz. hem zaten canım, bu boyuna birarada oluşun anlamı ne? biz beşimiz için de bir anlamı yok ya, işte bir kez bir araya gelmişiz ve öylece kalıyoruz, ama deneyimlerimize bakarak yeni bir birleşme de istemiyoruz. gelgelelim, bütün bunları o altıncıya nasıl anlatırsın; uzun boylu açıklamalara kalmak kendisinir bir bakıma aramıza almak olur, biz de en iyisi bir açıklamada bulunmuyor, onu da aramıza almıyoruz. istediği kadar dudaklarını sarkıtsın, bir dirsek vuruşuyla yanımızdan itip uzaklaştırıyoruz; ama ne kadar uzaklaştırsak, gene çıkıp geliyor.
franz kafka